Son
günlerin bunalımlarını biraz olsun unutalım amacıyla, Dünya Futbol Şampiyonası
adı altındaki turnuvada, sıradan takımların ortaya koyduğu kalitesiz futbolu ve
üstüne üstlük yıldız yaftalı futbolcuların sapır sapır döküldüğünü de izlerken,
bizimkilerin bunların bile aralarında olamayışı ise bütün bütün, olan moralimizi
de aldı götürdü. Tek olumlu yanı ise favorinin olmadığı, her takımın her takımı
yenebileceği bir görüntü vermesiydi. Biz de mesajı aldık ve darısı Türk
siyasasının başına dedik.
1950 yılı seçimlerinde Demokrat
Parti (DP) dahi İnönü ve CHP’nin özenle oluşturduğu adil seçim düzeninde
iktidar olabilmişti. Bugünkü AKP’nin ise her ne pahasına yeğlediği uzatmalı
iktidar şartlarında oluşturduğu kendini seçen düzenini, şimdi o dönem de,
yılların tek partisi olan CHP’nin, bilhassa oluşturduğu adil düzenle mukayese
edin bir de. Nasıl evlere şenlikti değil mi???
O zaman da DP yönetiminin söylediği
gibi, bugün de CHP, ‘adil seçim düzeni kurulmazsa biz seçimlere iştirak etmeyiz’
kararı almalıydı. Bu saatten sonra alsa da bir işe yaramaz artık. Diğer
taraftan da yine göstere göstere yapılan oy gaspı göstermiştir ki artık bu
ülkede adil seçim dönemi bitmiştir.
Doğru lider özlemiyle İnce’nin
arkasında toplanan milyonlar da ortaya koymuştur ki bu millet saati çalınca,
nasıl olsa kendi sandığına artık her ne pahasına olursa bizatihi kendisi el
koyacaktır, biline.
Parti reyimi AKP’ne; ama
Cumhurbaşkanı reyimi İnceye verdim diyen aydın ve kendi branşında saygın bir
arkadaşım bile kendisine tevcih ettiğim ‘şayet İnce Başkan olarak aday olsaydı,
partisiyle birlikte ilk turda seçilirdi değil mi’ sorumun cevabını da ‘evet’
diyerek elimi sıkarak teyit etmiştir.
Bu durum, AKP’nin aynı seviyedeki
aklı başında seçmenlerinin partileriyle yaptıkları, her ne pahasına ve de
soluksuz bir ittifakın, Erdoğan’la süremeyeceğini ve sonunda rey vermekten
başka günahı olmayan AKP seçmenlerinin bile kaybeden tarafta yer alacağını, anlamış
oldukları için olabilir mi? Çünkü sonuçta fazilet yerine zillet, yine bu
seçimin de millet dışında tek kazananı olmadı mı, milli şuur da yine küfelik yapılmadı
mı?
Görünen o ki herkes tarafından şaibeli
varlığı nedeniyle stepne olarak işlem gören Bahçeli, her nedense elle tutulur
bu gerçeğe rağmen, inanıyorum ki Türkiye’nin bölünmesinde aktif rol alanların
kara listesinde tarihte yer almak istemeyecektir. Bu nedenle de yakın gelecekte
aynı bağlamda daha aktif rol alması gerektiğini de muhtemel göz ardı
etmeyecektir. Esasen kendisine her şeye rağmen bu umutla verilen milliyetçi
reylerine de borcunu ödemek zorundadır.
Yeni Hükümetin yapacağı ilk iş çeşitli
kalemlerle Meclis mutfağından(!) başlamak üzere toplu restorasyonla ve yandaş
ihalelerini hızlandırarak yandaşla güven tazelemek olacaktır. Öyle ya 16 yıldır
alıştığımız doğrultuda aynı kafalardan, bundan sonra daha başka olasılıklar ve
hayırlı mucizeler beklemek mantıklımıdır.
Zaman ruhsuz, zevksiz ve renksiz
oldu artık. Akıllı geçinen Âdemoğlunun bile ihtirasıyla kendi kuyusunu kazdığı
ve beşerin artık sapkınlık derecesinde şaşırdığı bu dünyada, ilk fırsatta
tecelli edecek bir nükleer mahşerden sonra, tanrı geride kalacak olan sakat
nesillere yardım etsin demek düşüyor bize de.
Hele atomdan sonra sıra Kuantları
(Quant) da patlatmaya geldiğinde, artık sakat nesiller filan da kalmayacaktır,
şayet Dünya da kalmışsa geriye. Sonunda kendi nesliyle birlikte Dünyasını da
kurutabilecek tek canlıdır. İşte insan denilen Şeytan/Tanrı. Ne eseftir ki bu
türün ıslahı da yoktur.
ABD = Para Babaları Hükümdarlığı eşitliğini
yadsımadan, ABD siyasasını analiz etmek gerekir. Bu nedenle de ABD, güvenlik(!)
harcamalarını AB için de yapmışsa veya bundan sonra da yapacaksa bu durumdan da
şikâyet etmeye hakkı yoktur. Çünkü AB Devletleri de ümüğüne çöküp bunu zorla
kendisine kabul ettirmemişlerdir. Dünya liderliğine soyunmak ise öyle ucuz iş
değildir ve şüphesiz risklerini de taşımalıdır. Öyle ya neticede kimse
kendisine, Dolarını basıp hepimize yutturuyorsun dememiştir.
AB Hükümetleri de Trump’ı fazla
ciddiye almıyorlar esasen. Bilirler ki bu Okyanus ülkesi, kendi doymaz
ihtirasları bileşkesinde, kuruluşundan itibaren dış dünyaya karşı şaşmaz bir tek
taraflı emperyalist siyaset algoritmasını uygulamış ve sonuna kadar da
uygulayacaktır. Trump da bu kulvarda yer almış daha önceki Başkanlar
torbasından bir seçkidir sonuçta, fazlası değil.
CHP’de ki rotasyona gelince;
anlaşılıyor ki Erdoğan bu ülkenin başında durdukça, Kılıçdaroğlu Başkanlığında
ki bir CHP’nin de emperyalist desteği kesilmeyecektir. Çünkü emperyalistin
bağımsız ince sapmalara bile tahammülü yoktur. Yani Erdoğan koltuğunu
boşaltmadan CHP de sadece Kemalist tabanın değil bütün Türk milletinin özlediği
rotasyon mümkün değildir. Bunu daha fazla tartışmak da abesle iştigaldir.
Çünkü bu resmi daha fazla açarsak,
Türk siyasasının seçilmiş aktörler vasıtasıyla emperyalistin çizdiği planlar
dâhilinde yürüyor olmasının tek nedeninin, içimizdeki çürükler olduğu ortaya
çıkar. Bunların partiler içine monte edilmişleriyle ancak bağımsız, korkusuz
liderler baş edebilir. Emperyalist fonlu STK’ndaki beslemelerini ise uyanık
halk teşekkülleri temizlemelidir. Çünkü içimizdeki bu çürükler olmasaydı, bu kokuşmuş
oyun asla bu denli uzayamazdı ülkemizde.
Mevcut kadrolara bakıldığında İyi
Partinin, kısa zamanda CHP den daha fazla oy potansiyelini arttıracak bir
konumda olduğu anlaşılıyor. Bu da bizi CHP adına üzüyor ziyadesiyle. Şimdi bir
düşünelim isterseniz. Şayet CHP, İnce’nin de belirttiği gibi %25 dahi
toplayabilseydi, şimdi bunları konuşmuyor olacaktık. Ne ki İnce beklenenden de
fazla layıkıyla milli görevini yapmıştır ve bununla da tarihe geçmiştir. O
halde zaman artık şapkaları asıp, yakın gözlüklerini takma zamanıdır…
§
IRK, DİN VE MEZHEP AYRILIKLARINI SÖMÜRME...
Yalnızca çaresiz bir savunma silâhı olarak bu İslâm Birliği
ve Dayanışması çağrılarının ve karşı fetvaların, Halife'yi tamamen avuçlarının
içine almış olmalarına ve «Milliyetçilerin katli vaciptir» fetvalarına
dayanmalarına rağmen, İngilizleri bolşeviklik kadar korkuttuğu ve din
istismarcılığına daha çok yönelttiği anlaşılmaktadır. Büyükelçilik Baştercümanı
Ryan, 25 Aralık 1919 tarihli raporunda bu korkuyu dile getirmekte ve hizmetlerindeki satılık
iktidarların aşırı müslüman görünmesini önermektedir:
«...Milliyetçiler Şimdi iki yol kullanıyorlar. Milliyetçi
ol, çünkü islâmı kurtaracak tek yol odur. İslama bağlı ol, çünkü senin millî
varlığını kurtaracak tek yol" odur.
»«Bâzı kuvvetler ezilebilirse de, bolşeviklik ezilemez. Bu
fikirlerin her ikisi de İslâm Dünyası'ndaki İngiliz
egemenliğini yok edebilir. Biz, gerçek ideali din imiş gibi
davranacak çıkarcı bir grubu yönetici olarak sunmaya çalışacağız.»
«Panislâmizm’i ezemeyiz, bu tıpkı Batıdaki, milliyetçilik
gibidir. Bizim şimdiki hedefimiz, bölmek, arkadaş gibi davranıp kazanmak ve
sonra hükmetmek olmalıdır.» 155
Bolşevikliğe ve Türkiye'ye karşı Kafkasya'da bir set
kurmakla görevli İngiliz diplomatlarından Stokes da sûnnî-Şiî bölümcülüğünü
geliştirmeyi ileri sürmektir:
«Sünnîler ve şiîler arasındaki karşıtlık büyüktür, biz bu
karşıtlığı daha da geliştirebiliriz.» 156
Gerçekten İngilizlerin tutumu, bölme ve parçalama
politikasına uygun biçimde olmuştur. Bu bölme ve parçalama çabası yalnız dinsel
planda kalmamış, etnik gruplar arasında da uygulanmıştır. Bu, emperyalizmin
sömürge milletlerde her türlü direnci kırmak için başvurduğu değişmez kuraldır.
Nitekim Türkiye'de de, emperyalizm, dinsel bölücülüğün yanı sıra, yalnız Ermeni,
Nasturî, Rum gibi hıristiyan unsurları kışkırtmakla yetinmemiş, Çerkez, Kürt ve
hatta Laz gibi bölünmeler bulmaya ve bunları sömürmeye çalışmıştır. Örneğin
Lord Curzon, Şubat 1920 Londra Konferansında Erzincan'ı dahi kapsayan bir
Ermenistan kurulmasını ileri
sürerken, Ermenistan mandasında bir Lazistan kurma
önerisinde bulunmuştur! İngilizler, Batum çevresinde bu yolda hayli çaba
harcamışlar, ama Laz sorunu diye birşey olmadığı için çabaları ters tepmiştir.
KÜRTÇÜLÜK YARATMA ÇABALARI...
Kürtçülük ise, İngilizlerin Mütareke'den beri Türkiye
aleyhine geliştirmeye çalıştıkları bir akımdır. Prof. Toynbee'nin deyimiyle,
«İngilizler, Musul'u işgal ettikleri andan itibaren Kürt milliyetçiliğini
teşvike koyulmuşlardır. İngilizlerin bu politikası, Bağdad'a İngiliz mandası
altında kurulmuş olan Irak'ın Arap Hükümeti tarafından da kabul edilmiştir.»
157
Fransa ile yapılan görüşmeler sırasında, 23 Aralık 1919'da
Fransız Delegasyonu Başkanı Berthelot, Güney Kürdistan'ın Irak üzerindeki
İngiliz mandası çerçevesinde bırakılması, geri kalan kısmın bir çeşit aşiretler
federasyonu biçiminde Türk egemenliğinde tutulması görüşünü ileri sürmüştür. Ne
var ki, Lord Curzon, Kürdistan bölünmesini ve Kürdistan üzerinde bir Türk
egemenliğini — tamamen biçimsel bile olsa — kabul etmeye yanaşmamıştır. 158 Tek
bir Kürdistan kurulmasını önermiştir. Türkiye'ye ve Bolşevik yönetimine karşı
tampon devlet olarak bir Kürdistan yaratmaktan medet ummuştur. Ayrıca Türk
direnmesini kırmakta, Kürtçülüğün kullanılması düşünülmüştür. Bu aynı zamanda
Sadrâzam Damat Ferit'in de fikridir. Osmanlı Sadrâzamı Ferit, 17 Nisan 1920 ve
20 Temmuz 1920 tarihlerinde iki kez, İngilizlere, Mustafa Kemal hareketine
karşı Kürtleri kullanmayı önermiştir. Yüksek Komiser Amiral de Robeck, Ferit'in
önerisini Lord Curzon'a şu sözlerle aktarmıştır: «Damat Ferit bana geldi, barış
antlaşmasına göre Kürtler ayrı bir devlet olacaktır. Kürt liderleri Mustafa
Kemal'i sevmezler. Çünkü o bolşevikliği getirmek istiyor. Siz Mustafa Kemal'den
nefret ediyorsunuz. Çünkü o sizin yaptığınız antlaşmayı kabul etmiyor. O halde
Kürtleri Mustafa Kemal'e karşı birlikte kullanalım, dedi.»
Lord Curzon, Damat Ferit'in bu önerilerini, İngiliz
belgelerine göre, teşekkürle geri çevirmiştir!. Fakat İngiltere, kürtleri
Türklere karşı kullanma çabalarından vazgeçmiş değildir. Nitekim İstanbul'daki
üyükelçilik, Dışişleri Bakanlığına, «Hükümetimizin niyeti, Türkleri ne olursa
olsun zayıf düşürmek ise, Kürtleri onlardan ayırmak hiç de fena fikir değildir.
Bu da mümkündür» demektedir. 160 - Ne var ki, İngilizler, hem Kürtleri, hem de
Ermenileri Türklere karşı kullanmak istemektedirler. Buda Kürt - Ermeni
uzlaşmasını gerekli kılmaktadır. Yüksek Komiser de Robeck, 26 Mart 1920 de,
«Kürdistan, Türkiye'den tamamen ayrılıp bağımsız olmalıdır. Ermeniler ile
Kürtlerin çıkarlarını bağdaştırabiliriz, İstanbul'daki Kürt Kulübü Başkanı
Seyit Abdülkadir ve Paris'teki Kürt delegesi Şerif Paşa hizmetimizdedir» 161
der, ama Üçüncü Kitap'ta ayrıntılarıyla göreceğimiz üzere kökleri derinlere
giden bir kanlı çatışma içinde bulunan Kürtlerle Ermenileri birleştirmek mümkün
değildir. İngiliz egemenliğine hiçbir itirazı olmayan unsurlar bile, Ermeni
egemenliği olasılığı karşısında, Türk egemenliğini benimsemişlerdir. İngilizler
de sonunda bunun farkına varmaya başlarlar. Nitekim Baştercüman Ryan, 23 Eylül
tarihli raporunda, Kürtleri Türklere karşı kullanmanın kolay olmadığını, bunun
çok kötü sonuçlar getirebileceğini belirtir : «Kürtlerin birçoğunu siyasal
düşünce bakımından Türklerden ayırmak zordur ve bunlar milliyetçilerin etkisi
altındadır. Bir kısmı ise, çeşitli biçimlerde Kürt milliyetçiliği gütmektedir.
Bunlar dağınık haldedirler. İngilizler tarafından esaslı bir biçimde ele
alınırlarsa, bunları bolşeviklere ve milliyetçilere karşı kullanmak mümkün
olur. Ama şunu da hatırdan çıkarmamamız gerekir ki, Kürtler şu sıralarda Kürdistan'a
tanınan sınırların dar tutulması ve bu topraklardan bir kısmının da Fransız
bölgesi olarak ayrılması ve ayrıca Ermenistan'la sınırların belli olmaması
nedeniyle hoşnutsuzluk duymaktadırlar. Bütün Kürtleri birleştiren tek şey,
bölgelerinin Ermeni egemenliğine bırakılması fikrine karşı duydukları nefret ve
Amerikalılara da Doğu işlerinin acemisi ve bağnaz hıristiyan taraftarı gözü ile
bakmalarıdır.» 162
Bununla birlikte Kürt Teali (Yükselme) Derneği, Hürryet ve
İtilâf Partisi ve İngiliz Sevenler Derneği ile sıkı işbirliği hâlinde, Âyan'dan
Seyit Abdülkadir'in başkanlığında, İngiliz himayesinde bir Kürdistan kurma
dâvasını sonuna kadar sürdürecek ve ayaklanmalara yol açacaktır. Daha 1919 yılı
başlarında Cevat Dursunoğlu, Süleyman Nazif ile birlik-te Kürt Yükselme
Derneği'nin «Vilâyat-ı İarkiye Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti'ne
katılmasını sağlamak için bu derneğe gittiklerinde, Seyit Abdülkadir ve
arkadaşlarından «İtilâf Devletleri bize her türlü yardımı yapacak. Sizinle
konuşacak bir şeyimiz yok» cevabını alacaklardır. 163 Seyit Abdülkadir, 9
Aralık 1919'da İngiltere Yüksek Komiserliği'nin gözde danışmanı Hohler ile
konuşacak, ona Damat Ferit'in yaptığı bir öneriyi anlatacaktır: Damat Ferit,
tekrar Sadrâzam olunca, Güneydoğuda Osmanlı Devleti'nin kanadı altında
aşiretlere özerklik verileceğini vaad etmiş, bunun karşılığında da aşiretlerin
birleşip Mustafa Kemal'in milliyetçi kuvvetlerine karşı durmalarını istemiştir.
Bu yolda anlaşmaya varmışlardır ama Bogos Nubar Paşa ve Ermenilerle anlaştığını
söyleyen Âyan'dan Seyit Abdülkadir, İngilizlerden daha fazlasını umut
etmektedir. Bu umutladır ki, Abdülkadir'in derneği, İngilizlerin başlattığı
Mustafa Kemal hareketini yok etme kampanyasına bütün uşaklığıyla katılacaktır.
Bu dernek, 31 Mart 1920 tarihli Peyam-ı Sabah gazetesinde şöyle bir bildiri
yayınlayacaktır :
«— Kuva-yı Milliye'ye aldanmayınız! Bolşeviklerin kafasını
taşıyan yurtsuz serserilerdir. Hilâfet ve Saltanat'a bağlılıktan ayrılmayınız!»
«İngiltere
İmparatorluğu için, Türkiye ile savaşın özel bir önemi vardı. Osmanlı Halifesi,
İslâm Dünyasının başı idi. Ve İngiltere İmparatorluğu içinde, her yerden çok
müslüman vardı. Ayrıca Türkiye, İmparatorluğun deniz yolları üzerinde
bulunuyordu... Gidiş - geliş yolları ve Doğudaki prestijimiz bakımından, Türklerin
bize savaş ilân eder etmez yenilip itibarlarını yitirmeleri çok önemli idi.
Türk ordularının üç sefer yılı boyunca, eş koşullar altında bizi, arka arkaya
bir takım savaşlarda yendikten sonra, ancak ezici sayıda kuvvetlerimizle
sonunda yenilmiş olmaları, Doğuluların kafasında kötü bir izlenim bırakmıştır.»
(LLYOD GEORGE)
(Milli Kurtuluş Tarihi I C.- Doğan Avcıoğlu)
Yukarıda
görüldüğü gibi İngiliz hep aynıdır. Yani dün neyse bugün de odur. Ve emperyalist
sacayağı ne yapıp yapıp HDP'ni meclise sokarak, ileride bu projenin hedefi
imalatında startı da vermiştir. Şimdi yavaş yavaş önce bir fedarasyona arkadan
da tam bağımsız bir Küsdistan'a dönüşecek siyasi olgu böylelikle şimdilik start
almıştır.
Ne
hazindir ki tarihten de ders alınmamış ve bugün de hala hudutlarımızda, ABD den
bile tehlikeli olan pis İngiliz oyunlarıyla cebelleşiyoruz. Her ne kadar o dönemki
İngiliz’in yerini bugün ABD almış olsa da İngiliz vesayet geleneği nedeniyle ABD’nin de akıl hocasıdır…
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder