3 Temmuz 2018 Salı

KOLTUK SAPLANTISI..


             Son günlerin bunalımlarını biraz olsun unutalım amacıyla, Dünya Futbol Şampiyonası adı altındaki turnuvada, sıradan takımların ortaya koyduğu kalitesiz futbolu ve üstüne üstlük yıldız yaftalı futbolcuların sapır sapır döküldüğünü de izlerken, bizimkilerin bunların bile aralarında olamayışı ise bütün bütün, olan moralimizi de aldı götürdü. Tek olumlu yanı ise favorinin olmadığı, her takımın her takımı yenebileceği bir görüntü vermesiydi. Biz de mesajı aldık ve darısı Türk siyasasının başına dedik.


            1950 yılı seçimlerinde Demokrat Parti (DP) dahi İnönü ve CHP’nin özenle oluşturduğu adil seçim düzeninde iktidar olabilmişti. Bugünkü AKP’nin ise her ne pahasına yeğlediği uzatmalı iktidar şartlarında oluşturduğu kendini seçen düzenini, şimdi o dönem de, yılların tek partisi olan CHP’nin, bilhassa oluşturduğu adil düzenle mukayese edin bir de. Nasıl evlere şenlikti değil mi???

            O zaman da DP yönetiminin söylediği gibi, bugün de CHP, ‘adil seçim düzeni kurulmazsa biz seçimlere iştirak etmeyiz’ kararı almalıydı. Bu saatten sonra alsa da bir işe yaramaz artık. Diğer taraftan da yine göstere göstere yapılan oy gaspı göstermiştir ki artık bu ülkede adil seçim dönemi bitmiştir.

            Doğru lider özlemiyle İnce’nin arkasında toplanan milyonlar da ortaya koymuştur ki bu millet saati çalınca, nasıl olsa kendi sandığına artık her ne pahasına olursa bizatihi kendisi el koyacaktır, biline.

            Parti reyimi AKP’ne; ama Cumhurbaşkanı reyimi İnceye verdim diyen aydın ve kendi branşında saygın bir arkadaşım bile kendisine tevcih ettiğim ‘şayet İnce Başkan olarak aday olsaydı, partisiyle birlikte ilk turda seçilirdi değil mi’ sorumun cevabını da ‘evet’ diyerek elimi sıkarak teyit etmiştir.

            Bu durum, AKP’nin aynı seviyedeki aklı başında seçmenlerinin partileriyle yaptıkları, her ne pahasına ve de soluksuz bir ittifakın, Erdoğan’la süremeyeceğini ve sonunda rey vermekten başka günahı olmayan AKP seçmenlerinin bile kaybeden tarafta yer alacağını, anlamış oldukları için olabilir mi? Çünkü sonuçta fazilet yerine zillet, yine bu seçimin de millet dışında tek kazananı olmadı mı, milli şuur da yine küfelik yapılmadı mı?


            Görünen o ki herkes tarafından şaibeli varlığı nedeniyle stepne olarak işlem gören Bahçeli, her nedense elle tutulur bu gerçeğe rağmen, inanıyorum ki Türkiye’nin bölünmesinde aktif rol alanların kara listesinde tarihte yer almak istemeyecektir. Bu nedenle de yakın gelecekte aynı bağlamda daha aktif rol alması gerektiğini de muhtemel göz ardı etmeyecektir. Esasen kendisine her şeye rağmen bu umutla verilen milliyetçi reylerine de borcunu ödemek zorundadır.

            Yeni Hükümetin yapacağı ilk iş çeşitli kalemlerle Meclis mutfağından(!) başlamak üzere toplu restorasyonla ve yandaş ihalelerini hızlandırarak yandaşla güven tazelemek olacaktır. Öyle ya 16 yıldır alıştığımız doğrultuda aynı kafalardan, bundan sonra daha başka olasılıklar ve hayırlı mucizeler beklemek mantıklımıdır.


            Zaman ruhsuz, zevksiz ve renksiz oldu artık. Akıllı geçinen Âdemoğlunun bile ihtirasıyla kendi kuyusunu kazdığı ve beşerin artık sapkınlık derecesinde şaşırdığı bu dünyada, ilk fırsatta tecelli edecek bir nükleer mahşerden sonra, tanrı geride kalacak olan sakat nesillere yardım etsin demek düşüyor bize de.

            Hele atomdan sonra sıra Kuantları (Quant) da patlatmaya geldiğinde, artık sakat nesiller filan da kalmayacaktır, şayet Dünya da kalmışsa geriye. Sonunda kendi nesliyle birlikte Dünyasını da kurutabilecek tek canlıdır. İşte insan denilen Şeytan/Tanrı. Ne eseftir ki bu türün ıslahı da yoktur.


            ABD = Para Babaları Hükümdarlığı eşitliğini yadsımadan, ABD siyasasını analiz etmek gerekir. Bu nedenle de ABD, güvenlik(!) harcamalarını AB için de yapmışsa veya bundan sonra da yapacaksa bu durumdan da şikâyet etmeye hakkı yoktur. Çünkü AB Devletleri de ümüğüne çöküp bunu zorla kendisine kabul ettirmemişlerdir. Dünya liderliğine soyunmak ise öyle ucuz iş değildir ve şüphesiz risklerini de taşımalıdır. Öyle ya neticede kimse kendisine, Dolarını basıp hepimize yutturuyorsun dememiştir.

            AB Hükümetleri de Trump’ı fazla ciddiye almıyorlar esasen. Bilirler ki bu Okyanus ülkesi, kendi doymaz ihtirasları bileşkesinde, kuruluşundan itibaren dış dünyaya karşı şaşmaz bir tek taraflı emperyalist siyaset algoritmasını uygulamış ve sonuna kadar da uygulayacaktır. Trump da bu kulvarda yer almış daha önceki Başkanlar torbasından bir seçkidir sonuçta, fazlası değil.


            CHP’de ki rotasyona gelince; anlaşılıyor ki Erdoğan bu ülkenin başında durdukça, Kılıçdaroğlu Başkanlığında ki bir CHP’nin de emperyalist desteği kesilmeyecektir. Çünkü emperyalistin bağımsız ince sapmalara bile tahammülü yoktur. Yani Erdoğan koltuğunu boşaltmadan CHP de sadece Kemalist tabanın değil bütün Türk milletinin özlediği rotasyon mümkün değildir. Bunu daha fazla tartışmak da abesle iştigaldir.

            Çünkü bu resmi daha fazla açarsak, Türk siyasasının seçilmiş aktörler vasıtasıyla emperyalistin çizdiği planlar dâhilinde yürüyor olmasının tek nedeninin, içimizdeki çürükler olduğu ortaya çıkar. Bunların partiler içine monte edilmişleriyle ancak bağımsız, korkusuz liderler baş edebilir. Emperyalist fonlu STK’ndaki beslemelerini ise uyanık halk teşekkülleri temizlemelidir. Çünkü içimizdeki bu çürükler olmasaydı, bu kokuşmuş oyun asla bu denli uzayamazdı ülkemizde.

            Mevcut kadrolara bakıldığında İyi Partinin, kısa zamanda CHP den daha fazla oy potansiyelini arttıracak bir konumda olduğu anlaşılıyor. Bu da bizi CHP adına üzüyor ziyadesiyle. Şimdi bir düşünelim isterseniz. Şayet CHP, İnce’nin de belirttiği gibi %25 dahi toplayabilseydi, şimdi bunları konuşmuyor olacaktık. Ne ki İnce beklenenden de fazla layıkıyla milli görevini yapmıştır ve bununla da tarihe geçmiştir. O halde zaman artık şapkaları asıp, yakın gözlüklerini takma zamanıdır…

§
IRK, DİN VE MEZHEP AYRILIKLARINI SÖMÜRME...
Yalnızca çaresiz bir savunma silâhı olarak bu İslâm Birliği ve Dayanışması çağrılarının ve karşı fetvaların, Halife'yi tamamen avuçlarının içine almış olmalarına ve «Milliyetçilerin katli vaciptir» fetvalarına dayanmalarına rağmen, İngilizleri bolşeviklik kadar korkuttuğu ve din istismarcılığına daha çok yönelttiği anlaşılmaktadır. Büyükelçilik Baştercümanı Ryan, 25 Aralık 1919 tarihli raporunda bu korkuyu dile  getirmekte ve hizmetlerindeki satılık iktidarların aşırı müslüman görünmesini önermektedir:
«...Milliyetçiler Şimdi iki yol kullanıyorlar. Milliyetçi ol, çünkü islâmı kurtaracak tek yol odur. İslama bağlı ol, çünkü senin millî varlığını kurtaracak tek yol" odur.
»«Bâzı kuvvetler ezilebilirse de, bolşeviklik ezilemez. Bu fikirlerin her ikisi de İslâm Dünyası'ndaki İngiliz
egemenliğini yok edebilir. Biz, gerçek ideali din imiş gibi davranacak çıkarcı bir grubu yönetici olarak sunmaya çalışacağız.»
«Panislâmizm’i ezemeyiz, bu tıpkı Batıdaki, milliyetçilik gibidir. Bizim şimdiki hedefimiz, bölmek, arkadaş gibi davranıp kazanmak ve sonra hükmetmek olmalıdır.» 155
Bolşevikliğe ve Türkiye'ye karşı Kafkasya'da bir set kurmakla görevli İngiliz diplomatlarından Stokes da sûnnî-Şiî bölümcülüğünü geliştirmeyi ileri sürmektir:
«Sünnîler ve şiîler arasındaki karşıtlık büyüktür, biz bu karşıtlığı daha da geliştirebiliriz.» 156
Gerçekten İngilizlerin tutumu, bölme ve parçalama politikasına uygun biçimde olmuştur. Bu bölme ve parçalama çabası yalnız dinsel planda kalmamış, etnik gruplar arasında da uygulanmıştır. Bu, emperyalizmin sömürge milletlerde her türlü direnci kırmak için başvurduğu değişmez kuraldır. Nitekim Türkiye'de de, emperyalizm, dinsel bölücülüğün yanı sıra, yalnız Ermeni, Nasturî, Rum gibi hıristiyan unsurları kışkırtmakla yetinmemiş, Çerkez, Kürt ve hatta Laz gibi bölünmeler bulmaya ve bunları sömürmeye çalışmıştır. Örneğin Lord Curzon, Şubat 1920 Londra Konferansında Erzincan'ı dahi kapsayan bir Ermenistan kurulmasını ileri
sürerken, Ermenistan mandasında bir Lazistan kurma önerisinde bulunmuştur! İngilizler, Batum çevresinde bu yolda hayli çaba harcamışlar, ama Laz sorunu diye birşey olmadığı için çabaları ters tepmiştir.

KÜRTÇÜLÜK YARATMA ÇABALARI...
Kürtçülük ise, İngilizlerin Mütareke'den beri Türkiye aleyhine geliştirmeye çalıştıkları bir akımdır. Prof. Toynbee'nin deyimiyle, «İngilizler, Musul'u işgal ettikleri andan itibaren Kürt milliyetçiliğini teşvike koyulmuşlardır. İngilizlerin bu politikası, Bağdad'a İngiliz mandası altında kurulmuş olan Irak'ın Arap Hükümeti tarafından da kabul edilmiştir.» 157
Fransa ile yapılan görüşmeler sırasında, 23 Aralık 1919'da Fransız Delegasyonu Başkanı Berthelot, Güney Kürdistan'ın Irak üzerindeki İngiliz mandası çerçevesinde bırakılması, geri kalan kısmın bir çeşit aşiretler federasyonu biçiminde Türk egemenliğinde tutulması görüşünü ileri sürmüştür. Ne var ki, Lord Curzon, Kürdistan bölünmesini ve Kürdistan üzerinde bir Türk egemenliğini — tamamen biçimsel bile olsa — kabul etmeye yanaşmamıştır. 158 Tek bir Kürdistan kurulmasını önermiştir. Türkiye'ye ve Bolşevik yönetimine karşı tampon devlet olarak bir Kürdistan yaratmaktan medet ummuştur. Ayrıca Türk direnmesini kırmakta, Kürtçülüğün kullanılması düşünülmüştür. Bu aynı zamanda Sadrâzam Damat Ferit'in de fikridir. Osmanlı Sadrâzamı Ferit, 17 Nisan 1920 ve 20 Temmuz 1920 tarihlerinde iki kez, İngilizlere, Mustafa Kemal hareketine karşı Kürtleri kullanmayı önermiştir. Yüksek Komiser Amiral de Robeck, Ferit'in önerisini Lord Curzon'a şu sözlerle aktarmıştır: «Damat Ferit bana geldi, barış antlaşmasına göre Kürtler ayrı bir devlet olacaktır. Kürt liderleri Mustafa Kemal'i sevmezler. Çünkü o bolşevikliği getirmek istiyor. Siz Mustafa Kemal'den nefret ediyorsunuz. Çünkü o sizin yaptığınız antlaşmayı kabul etmiyor. O halde Kürtleri Mustafa Kemal'e karşı birlikte kullanalım, dedi.»
Lord Curzon, Damat Ferit'in bu önerilerini, İngiliz belgelerine göre, teşekkürle geri çevirmiştir!. Fakat İngiltere, kürtleri Türklere karşı kullanma çabalarından vazgeçmiş değildir. Nitekim İstanbul'daki üyükelçilik, Dışişleri Bakanlığına, «Hükümetimizin niyeti, Türkleri ne olursa olsun zayıf düşürmek ise, Kürtleri onlardan ayırmak hiç de fena fikir değildir. Bu da mümkündür» demektedir. 160 - Ne var ki, İngilizler, hem Kürtleri, hem de Ermenileri Türklere karşı kullanmak istemektedirler. Buda Kürt - Ermeni uzlaşmasını gerekli kılmaktadır. Yüksek Komiser de Robeck, 26 Mart 1920 de, «Kürdistan, Türkiye'den tamamen ayrılıp bağımsız olmalıdır. Ermeniler ile Kürtlerin çıkarlarını bağdaştırabiliriz, İstanbul'daki Kürt Kulübü Başkanı Seyit Abdülkadir ve Paris'teki Kürt delegesi Şerif Paşa hizmetimizdedir» 161 der, ama Üçüncü Kitap'ta ayrıntılarıyla göreceğimiz üzere kökleri derinlere giden bir kanlı çatışma içinde bulunan Kürtlerle Ermenileri birleştirmek mümkün değildir. İngiliz egemenliğine hiçbir itirazı olmayan unsurlar bile, Ermeni egemenliği olasılığı karşısında, Türk egemenliğini benimsemişlerdir. İngilizler de sonunda bunun farkına varmaya başlarlar. Nitekim Baştercüman Ryan, 23 Eylül tarihli raporunda, Kürtleri Türklere karşı kullanmanın kolay olmadığını, bunun çok kötü sonuçlar getirebileceğini belirtir : «Kürtlerin birçoğunu siyasal düşünce bakımından Türklerden ayırmak zordur ve bunlar milliyetçilerin etkisi altındadır. Bir kısmı ise, çeşitli biçimlerde Kürt milliyetçiliği gütmektedir. Bunlar dağınık haldedirler. İngilizler tarafından esaslı bir biçimde ele alınırlarsa, bunları bolşeviklere ve milliyetçilere karşı kullanmak mümkün olur. Ama şunu da hatırdan çıkarmamamız gerekir ki, Kürtler şu sıralarda Kürdistan'a tanınan sınırların dar tutulması ve bu topraklardan bir kısmının da Fransız bölgesi olarak ayrılması ve ayrıca Ermenistan'la sınırların belli olmaması nedeniyle hoşnutsuzluk duymaktadırlar. Bütün Kürtleri birleştiren tek şey, bölgelerinin Ermeni egemenliğine bırakılması fikrine karşı duydukları nefret ve Amerikalılara da Doğu işlerinin acemisi ve bağnaz hıristiyan taraftarı gözü ile bakmalarıdır.» 162
Bununla birlikte Kürt Teali (Yükselme) Derneği, Hürryet ve İtilâf Partisi ve İngiliz Sevenler Derneği ile sıkı işbirliği hâlinde, Âyan'dan Seyit Abdülkadir'in başkanlığında, İngiliz himayesinde bir Kürdistan kurma dâvasını sonuna kadar sürdürecek ve ayaklanmalara yol açacaktır. Daha 1919 yılı başlarında Cevat Dursunoğlu, Süleyman Nazif ile birlik-te Kürt Yükselme Derneği'nin «Vilâyat-ı İarkiye Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti'ne katılmasını sağlamak için bu derneğe gittiklerinde, Seyit Abdülkadir ve arkadaşlarından «İtilâf Devletleri bize her türlü yardımı yapacak. Sizinle konuşacak bir şeyimiz yok» cevabını alacaklardır. 163 Seyit Abdülkadir, 9 Aralık 1919'da İngiltere Yüksek Komiserliği'nin gözde danışmanı Hohler ile konuşacak, ona Damat Ferit'in yaptığı bir öneriyi anlatacaktır: Damat Ferit, tekrar Sadrâzam olunca, Güneydoğuda Osmanlı Devleti'nin kanadı altında aşiretlere özerklik verileceğini vaad etmiş, bunun karşılığında da aşiretlerin birleşip Mustafa Kemal'in milliyetçi kuvvetlerine karşı durmalarını istemiştir. Bu yolda anlaşmaya varmışlardır ama Bogos Nubar Paşa ve Ermenilerle anlaştığını söyleyen Âyan'dan Seyit Abdülkadir, İngilizlerden daha fazlasını umut etmektedir. Bu umutladır ki, Abdülkadir'in derneği, İngilizlerin başlattığı Mustafa Kemal hareketini yok etme kampanyasına bütün uşaklığıyla katılacaktır. Bu dernek, 31 Mart 1920 tarihli Peyam-ı Sabah gazetesinde şöyle bir bildiri yayınlayacaktır :
«— Kuva-yı Milliye'ye aldanmayınız! Bolşeviklerin kafasını taşıyan yurtsuz serserilerdir. Hilâfet ve Saltanat'a bağlılıktan ayrılmayınız!»

«İngiltere İmparatorluğu için, Türkiye ile savaşın özel bir önemi vardı. Osmanlı Halifesi, İslâm Dünyasının başı idi. Ve İngiltere İmparatorluğu içinde, her yerden çok müslüman vardı. Ayrıca Türkiye, İmparatorluğun deniz yolları üzerinde bulunuyordu... Gidiş - geliş yolları ve Doğudaki prestijimiz bakımından, Türklerin bize savaş ilân eder etmez yenilip itibarlarını yitirmeleri çok önemli idi. Türk ordularının üç sefer yılı boyunca, eş koşullar altında bizi, arka arkaya bir takım savaşlarda yendikten sonra, ancak ezici sayıda kuvvetlerimizle sonunda yenilmiş olmaları, Doğuluların kafasında kötü bir izlenim bırakmıştır.»
(LLYOD GEORGE)
 (Milli Kurtuluş Tarihi I C.- Doğan Avcıoğlu)

                Yukarıda görüldüğü gibi İngiliz hep aynıdır. Yani dün neyse bugün de odur. Ve emperyalist sacayağı ne yapıp yapıp HDP'ni meclise sokarak, ileride bu projenin hedefi imalatında startı da vermiştir. Şimdi yavaş yavaş önce bir fedarasyona arkadan da tam bağımsız bir Küsdistan'a dönüşecek siyasi olgu böylelikle şimdilik start almıştır.

            Ne hazindir ki tarihten de ders alınmamış ve bugün de hala hudutlarımızda, ABD den bile tehlikeli olan pis İngiliz oyunlarıyla cebelleşiyoruz. Her ne kadar o dönemki İngiliz’in yerini bugün ABD almış olsa da İngiliz vesayet geleneği nedeniyle ABD’nin de akıl hocasıdır…

                                                                       Serendip Altındal



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder