Yoğun
bir baskı altında olduğumu hissettiren günlük gerçeğim o denli canımı sıktı ki,
yeter deyip biraz gönlümü dinlendirmeye karar verdim. Şiir ve şarkı ile hiç
olmazsa biraz terennüm dünyasına dalayım istedim. Nedense önce Rahmetli Neşet
Ertaş geldi aklıma. Ve Net üzerinden otomatiğe bağlayıp, önce de Shirley
Bassey’in üstüne, dolu dolu Neşet Ertaş dinledim. Diğerlerine de artık zamanım kalmamıştı.
Birbirlerinden ekstrem uzaklıktaki
iki müzik dünyası arasında ben duygulanırken, bazı okurların ne alaka
diyeceğini de düşünmedim değil. Lakin konu bağımsız ve ön yargısız salt duygusal
terennüm olunca, klasik Batı müziği orkestrasyonlarından, ağır Dede efendi klasiğine
kadar hepsinin tat, haz ve kapsam itibarıyla bizim olduğunu düşünüyorum aslında.
Çünkü müzik de bütün güzel sanatlar gibi evrenseldir. Ve her nota her kulağa
ayrı bir haz, ayrı bir tat verebilir.
Vaktiyle
Almanya’da yaşadığım dönemde tatilden dönüşte, bazı Alman arkadaşlarımın benden
Türkçe klasik müzik parçaları kayıtlı kasetler istedikleri geldi aklıma.
Tatillerde tanıştıkları Türk müziğinden onların da zevk aldıkları aşikârdı anlayacağınız.
Yani işin püf noktası, müziği sadece kulağınızla değil, ama ruhunuzla da
dinlemenizdedir.
Mesela,
o zaman 9 yaşındaki bir Amira Willighagen’i dinleyin. Bu küçük kızın canlı
izleyicileri ile beraber, muhteşem sesin büyüsüyle siz de birlikte gökyüzüne
yükselin. Bırakın baskı altında
olduğunuz bağnaz, yetersiz, aslını büyük sanan küçük adamları, köle ruhlu
kadınları. Arada bir siz de benim gibi terapi uygulayın kendinize.
Uygulayın
ki sinir sisteminizi koruyabilesiniz. Lakin fazla da takılmayın buna. Çünkü
eşkıya ruhlu adamları fazla da boş bırakmaya gelmez. Bugüne kadar yaptıkları
bundan sonra da misliyle yapacaklarının teminatıdır zira. Bu sebeple gözleriniz
hep üstlerinde olsun.
Neşet’in
bozlaklarını dinlerken yayla kokusu alıyor ve tasavvufun derinliklerinde
kendimin de neticede bir insan olduğunu düşünüyordum. Yoksa güncel gerçeğimiz
bunu unutturmakta mıydı artık yavaş yavaş bize. Dinlerken, bir yandan da
ekranda dinleyici yorumlarını okuyordum. Bir yorum dikkatimi çekti. Yazarı, bir
diğerine “Neşet Ertaş’ı nasıl ‘dislike’ edersin’ diye sorup sitem koyarken,
aslında İnternet dilini kullanıyor; ama bir başka İnternet kültürünü
eleştiriyordu. Güzel Türkçeyi ara ki bulasın.
Güldüm
ve ne olacak bu çocukların hali böyle diye düşündüm. Çünkü yeni nesil artık
İnternet nesliydi. Terennüm için ruhsal haz ki bunun için de iradi
dikkatlerinin güçlü olması gerekirdi. Yoksa spontane dikkatlerinin değil. Çünkü
İnternet çocuklarının zamanla iradi dikkatleri, içeriklerden ziyade çok fazla
başlığı, hatta onları bile eğitimsiz dinamik okumayla geçiştirdikleri için,
kayba uğramaktaydı.
Bu
nedenle de spontane dikkatleri daha fazla geliştiği için zihinleri, yanıp sönen
reklam ekranları (pop-up) gibi kültürlere (yapay) daha yatkın oluyordu. Yani
fazla konsantrasyon ve daha fazla iradi dikkat performansları da kısıtlandığı
için, tez/antitez analizi gerektiren yaratıcılık vasıfları da dumura uğramış oluyordu.
İşte emperyalist manifestoyla bugün kendilerine biçilen eğitim modelinin de
aynı amaca yönelik olduğunu, bilmem söylemeye gerek kalıyor mu?
Yani
gençlerimiz ve içlerinde bilhassa yazar, çizer ve medya da köşe sahipleri olmak
üzere - ki yapıt bombardımanı altında kalarak - gerçekte çok fazla asal bilgiyi
okumaları gerekirken, çöple samanı ayıramadıkları için yüzeysel ve yetersiz
dinamik okumayla rastgele okudukları yapıtları da, anladıklarını sanıyorlar ne
yazık ki. Ve bunların içinden doğruyu, yanlışı ayırt edebilmeleri ise hayal
mahsulü oluyor sadece.
Aynı
bağlamda taraf oldukları zihinlerin yapıtlarına daha fazla odaklanmak zorunda
kalınca da, antitezleri kaçırdıklarından, entelektüel olamadıklarının farkında
olamıyorlar maalesef. Çünkü yapay kültür insanına bırakın aydın demeyi yarı
aydın bile denilemez. İyi anlaşılmıştır ki artık, sistem üretemeyen toplumlar,
gelecekte sistem üretenler tarafından yönetilmek (güdülmek) zorunda
kalacaklardır. Ve bu gidişle de gelecekte kendi giysilerini bile bağımsız
giyemeyecek hale geleceklerdir, tıpkı ana bağımlısı küçük çocuklar gibi.
İşte
maalesef çoğunluğu bu resme uyan böylesi bir gençlik çok iyi bilmelidir ki,
başlarındaki Erdoğan bile türünün son örneğidir. Gelecekte bu lider tiplerine,
müzelerde bile rastlamak mümkün olamayacaktır. İşte sistem yapan Devletler,
şimdi böyle türünün son örneği bir liderin daha neler yapacağını merakla; ama
bize de düşer beklentisi içinde, müstehzi izlemektedirler.
O
halde dikkatli olun da sakın ola onu örnek almaya falan kalkmayın. Hele de son emsalsiz
örnek Atatürk’e kadar, sayısız Dünya lideri yetiştirmiş bir şerefli ulusun
evlatları olarak…
AKP
Hükümeti, kendi beceriksizliği nedeniyle yoktan seferi duruma getirdiği ülkemizin
milli misak davasının arkasına, 15 yıldır manipülasyonlarla koruduğu gayrı
resmi varlığını gizleyerek ve altındaki ‘ümmet’ adlı atını mahmuzlayarak,
şimdilik yoluna devem ediyor. Diyelim ki baylarda, yeni zuhur eden Ordu millet
aşkı, yeni abartılara da neden olmaz İnşallah. Malum, her gecenin sabahında yeni
bir KHK çıkıyor, OHAL sağ olsun.
‘Ulan
Vodafon Stadı BJK’nın mı? Bizim paralarımızla inşa edildi. Önce bize Teşekkür
edin’ diyerek ülkesinin Spor Bakanına centilmence(!) hitap eden bir zihniyet
hele de bir Cumhurbaşkanına ait ise bilin ki, Yeni Gine orman yamyamlarının tarihinde
bile emsaline rastlanmaz.
Hâlbuki
15 yılda artık ruhunu öğrendiğimiz muhteremin, kaz gelecek köyden civciv
esirgemediğini de biliriz. Dünyada ilk defa ihdas edilen bir şampiyonada, Türk
Ampute takımı Avrupa şampiyonu oldu o statta. Bunun ikbali de Cumhurbaşı olarak
şahsına yazıldığı için, stadını açarak kendisine bu ikbali hazırlayan BJK
Kulübüne, bizatihi kendisi teşekkür etmelidir herkesten önce. Ne gezer, ağzını
her açtığında megalomanisi artıyor; ama kendisi makamını inkâr eden bir çöküşle
batıyor…
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder