11 Ekim 2017 Çarşamba

YAPAY KÜLTÜR..

           Yoğun bir baskı altında olduğumu hissettiren günlük gerçeğim o denli canımı sıktı ki, yeter deyip biraz gönlümü dinlendirmeye karar verdim. Şiir ve şarkı ile hiç olmazsa biraz terennüm dünyasına dalayım istedim. Nedense önce Rahmetli Neşet Ertaş geldi aklıma. Ve Net üzerinden otomatiğe bağlayıp, önce de Shirley Bassey’in üstüne, dolu dolu Neşet Ertaş dinledim. Diğerlerine de artık zamanım kalmamıştı.

            Birbirlerinden ekstrem uzaklıktaki iki müzik dünyası arasında ben duygulanırken, bazı okurların ne alaka diyeceğini de düşünmedim değil. Lakin konu bağımsız ve ön yargısız salt duygusal terennüm olunca, klasik Batı müziği orkestrasyonlarından, ağır Dede efendi klasiğine kadar hepsinin tat, haz ve kapsam itibarıyla bizim olduğunu düşünüyorum aslında. Çünkü müzik de bütün güzel sanatlar gibi evrenseldir. Ve her nota her kulağa ayrı bir haz, ayrı bir tat verebilir.

Vaktiyle Almanya’da yaşadığım dönemde tatilden dönüşte, bazı Alman arkadaşlarımın benden Türkçe klasik müzik parçaları kayıtlı kasetler istedikleri geldi aklıma. Tatillerde tanıştıkları Türk müziğinden onların da zevk aldıkları aşikârdı anlayacağınız. Yani işin püf noktası, müziği sadece kulağınızla değil, ama ruhunuzla da dinlemenizdedir.

Mesela, o zaman 9 yaşındaki bir Amira Willighagen’i dinleyin. Bu küçük kızın canlı izleyicileri ile beraber, muhteşem sesin büyüsüyle siz de birlikte gökyüzüne yükselin.  Bırakın baskı altında olduğunuz bağnaz, yetersiz, aslını büyük sanan küçük adamları, köle ruhlu kadınları. Arada bir siz de benim gibi terapi uygulayın kendinize.

Uygulayın ki sinir sisteminizi koruyabilesiniz. Lakin fazla da takılmayın buna. Çünkü eşkıya ruhlu adamları fazla da boş bırakmaya gelmez. Bugüne kadar yaptıkları bundan sonra da misliyle yapacaklarının teminatıdır zira. Bu sebeple gözleriniz hep üstlerinde olsun.

Neşet’in bozlaklarını dinlerken yayla kokusu alıyor ve tasavvufun derinliklerinde kendimin de neticede bir insan olduğunu düşünüyordum. Yoksa güncel gerçeğimiz bunu unutturmakta mıydı artık yavaş yavaş bize. Dinlerken, bir yandan da ekranda dinleyici yorumlarını okuyordum. Bir yorum dikkatimi çekti. Yazarı, bir diğerine “Neşet Ertaş’ı nasıl ‘dislike’ edersin’ diye sorup sitem koyarken, aslında İnternet dilini kullanıyor; ama bir başka İnternet kültürünü eleştiriyordu. Güzel Türkçeyi ara ki bulasın.

Güldüm ve ne olacak bu çocukların hali böyle diye düşündüm. Çünkü yeni nesil artık İnternet nesliydi. Terennüm için ruhsal haz ki bunun için de iradi dikkatlerinin güçlü olması gerekirdi. Yoksa spontane dikkatlerinin değil. Çünkü İnternet çocuklarının zamanla iradi dikkatleri, içeriklerden ziyade çok fazla başlığı, hatta onları bile eğitimsiz dinamik okumayla geçiştirdikleri için, kayba uğramaktaydı.

Bu nedenle de spontane dikkatleri daha fazla geliştiği için zihinleri, yanıp sönen reklam ekranları (pop-up) gibi kültürlere (yapay) daha yatkın oluyordu. Yani fazla konsantrasyon ve daha fazla iradi dikkat performansları da kısıtlandığı için, tez/antitez analizi gerektiren yaratıcılık vasıfları da dumura uğramış oluyordu. İşte emperyalist manifestoyla bugün kendilerine biçilen eğitim modelinin de aynı amaca yönelik olduğunu, bilmem söylemeye gerek kalıyor mu?

Yani gençlerimiz ve içlerinde bilhassa yazar, çizer ve medya da köşe sahipleri olmak üzere - ki yapıt bombardımanı altında kalarak - gerçekte çok fazla asal bilgiyi okumaları gerekirken, çöple samanı ayıramadıkları için yüzeysel ve yetersiz dinamik okumayla rastgele okudukları yapıtları da, anladıklarını sanıyorlar ne yazık ki. Ve bunların içinden doğruyu, yanlışı ayırt edebilmeleri ise hayal mahsulü oluyor sadece.

Aynı bağlamda taraf oldukları zihinlerin yapıtlarına daha fazla odaklanmak zorunda kalınca da, antitezleri kaçırdıklarından, entelektüel olamadıklarının farkında olamıyorlar maalesef. Çünkü yapay kültür insanına bırakın aydın demeyi yarı aydın bile denilemez. İyi anlaşılmıştır ki artık, sistem üretemeyen toplumlar, gelecekte sistem üretenler tarafından yönetilmek (güdülmek) zorunda kalacaklardır. Ve bu gidişle de gelecekte kendi giysilerini bile bağımsız giyemeyecek hale geleceklerdir, tıpkı ana bağımlısı küçük çocuklar gibi.

İşte maalesef çoğunluğu bu resme uyan böylesi bir gençlik çok iyi bilmelidir ki, başlarındaki Erdoğan bile türünün son örneğidir. Gelecekte bu lider tiplerine, müzelerde bile rastlamak mümkün olamayacaktır. İşte sistem yapan Devletler, şimdi böyle türünün son örneği bir liderin daha neler yapacağını merakla; ama bize de düşer beklentisi içinde, müstehzi izlemektedirler.

O halde dikkatli olun da sakın ola onu örnek almaya falan kalkmayın. Hele de son emsalsiz örnek Atatürk’e kadar, sayısız Dünya lideri yetiştirmiş bir şerefli ulusun evlatları olarak…


AKP Hükümeti, kendi beceriksizliği nedeniyle yoktan seferi duruma getirdiği ülkemizin milli misak davasının arkasına, 15 yıldır manipülasyonlarla koruduğu gayrı resmi varlığını gizleyerek ve altındaki ‘ümmet’ adlı atını mahmuzlayarak, şimdilik yoluna devem ediyor. Diyelim ki baylarda, yeni zuhur eden Ordu millet aşkı, yeni abartılara da neden olmaz İnşallah. Malum, her gecenin sabahında yeni bir KHK çıkıyor, OHAL sağ olsun.


‘Ulan Vodafon Stadı BJK’nın mı? Bizim paralarımızla inşa edildi. Önce bize Teşekkür edin’ diyerek ülkesinin Spor Bakanına centilmence(!) hitap eden bir zihniyet hele de bir Cumhurbaşkanına ait ise bilin ki, Yeni Gine orman yamyamlarının tarihinde bile emsaline rastlanmaz.

Hâlbuki 15 yılda artık ruhunu öğrendiğimiz muhteremin, kaz gelecek köyden civciv esirgemediğini de biliriz. Dünyada ilk defa ihdas edilen bir şampiyonada, Türk Ampute takımı Avrupa şampiyonu oldu o statta. Bunun ikbali de Cumhurbaşı olarak şahsına yazıldığı için, stadını açarak kendisine bu ikbali hazırlayan BJK Kulübüne, bizatihi kendisi teşekkür etmelidir herkesten önce. Ne gezer, ağzını her açtığında megalomanisi artıyor; ama kendisi makamını inkâr eden bir çöküşle batıyor…

                                                           Serendip Altındal



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder