25 Ekim 2017 Çarşamba

OKUYAN..

           Kuranda her ne kadar okuması gerekenin Peygamber olduğu ve Allah’ın ayetlerini okuması için gönderildiği ağırlıklı olarak vurgulanıyor olsa da, Âdemoğlunun çok daha önce okumaya başladığı da bilinir. Çünkü Kurandan önce Tevrat, Zebur, İncil gibi Allah’ın başka kitaplarını okuduğu da bir vakıadır.

Hele yazıyı bulan, onlardan binlerce yıllar öncesi yaşanmaya başlamış Ön Türk tarihine ise hiç girmeyelim, ilk ahidin bile runik Türkçe ile yazıldığından bahsetmeyelim. Ve hiç, okuyan okumayanla bir tutulur mu diyelim sadece, yeterli olur sanırım.

Dünya genelinde dindar dağılımına bakılınca, Müslümanların, Hristiyanlar, Budistler arkasında yer aldığı görülüyor. Demek ki İslam, ahır zaman dini olduğu halde gerektiği gibi anlatılamadığından veya 72 fırkaya zamansız ayrıştırıldığından ve Hz. Muhammed’in de dediği gibi ‘Ehl’i Beyt’den sapan fırkaların hepsinin helak olacağı’ nedeniyle de, Dünya genelinde gerekli ilgi ve alakayı görememiş anlaşılan.

Hal böyle olunca da özeğine dönük reform yapılmadıkça, hele de mevcut din simsarı kafayla bu sayıyı arttırmak için fazla da zorlamanın bir âlemi yok demektir. Çünkü İslam’ın, zorladıkça, hele de çakma ayetlerle ve kaba kuvvete başvurdukça daha da kaybedeceği kesindir. O halde kendi kurtuluşunun ya da en azından ömrünün uzamasının dahi, laik sistemde olduğunu daha fazla gecikmeden kendisi de anlamalıdır.


Okumasız geçen, İmparatorluğun hudutları içinde ümmetin okuma oranının ağladığı, başını duvarlara çarptığı kara yüzyıllardan sonra, Atatürk’le birlikte, hele de harf devriminden itibaren, Batılıların – ki bizim tamgaları çeviremediklerinden sadece harflerini alarak dünyaya Latin alfabesi diye pazarladıkları - kendi runik alfabemize de tekrar kavuşunca, güneşimizin yeniden doğduğunu gördük. İlk irfan yuvalarımız olan Köy Enstitülerimizle birlikte umutlarımız da bütünüyle yeşerdi, gönlümüz şenlendi. Geleceğe umutla bakmaya başladık.

Ne ki biz mutlu ve umutlu olurken, aydın geleceğimizin kendisi için karabasan olacağını fark eden emperyalist, hemen melun tuzaklarını, sanal yardım fonlarıyla peş peşe yolumuza döşemeye başladı. Ve neşemizi de kursağımızda bıraktı. Sonrasını da biliyorsunuz artık. Neticede bugün Köy Enstitülerinin yerini alan İmam Hatiplerle ve anti milli, üstüne de bilimsel olmaktan uzak, emperyalist dayatması çakma bir eğitimle gelecek nesillerimiz, son Osmanlılar gibi yine geleceğin emperyalist ümmetine dönüştürülüyorken, birilerinin de bir taraflarına kına yaktığı hallere geldik.

Yetmedi, gerçek İslam’ı bitiren, körpelerimizi zehirleyen fırkaların, Cumhuriyeti de bitirmeye kalkan bağnazlığı ve aleni irticayı teşvik varsılı, artık işi o denli küstahlık derecesinde bir anayasa ihlaliyle, apaçık bir vatan ihanetine de dönüştürdü. Şimdilerde ise Müftü nikâhı uyarlaması ile de İslam Devletine adım adım yol alan bir irticai paradigmanın alıştırmalarıyla, bu hedefin ön hazırlığını yapıyorlar anlaşılan.

Ve her adım kabul gördükçe de arkasındakini atacakları kesindir. Hani bir zamanlar Ağalarının alıştıra alıştıra dediği gibi, hatırlayın! OHAL himayesinde bir oldubitti irtica paradoksuna, şimdiden alışmamızı istiyorlar anlaşıldığı üzere. Ne ki bunun için de önce Sultan’ın, tahtında oturuyor olması gerekir değil mi?

Lakin daha önce Zarrab’ın itirafnamesi, yine gündeme düşen 17-25 tombalasıyla da şaşkına dönen eğreti iktidarın, şimdi mezuniyet sertifikası olacağa benzer. Esasen Başkanları dâhil diğer AKP kurmaylarının son günlerdeki gergin çıkışları, fevri ruh halleri bu durumu da fazlasıyla teyit ediyor.

Bana sorarsanız, anti bilimselliği halkın iradesi algısıyla ve de zorbalıkla hepimize yedirmeye çalışan iktidar, aslında halkın kendisini yok sayıyor. Ve kendi mevcudiyetinin de halkın iradesi olduğunu söylerken, yok olanı temsil eden asal hiçliğini de şaşmaz bir biçimde itiraf ediyor. Lakin nasıl bir idrak, hangi mantık bu kadar gafil olabiliyor ve biz de bunu nasıl kaçırabiliyoruz, şaşırtıcı doğrusu.

Hadi bırakalım bizim kaçırmamızı da, böyle bir enayi kadrodan akıllı geçinen emperyalist, nasıl medet umdu bugüne kadar ve halen de umuyor, bunlara nasıl yatırım yapıyor. İşte anlayamadığım budur. Demek ki bulmuşlar birbirlerini. Şansa bak, bize de bu durumdan öğreti çıkartmak kalıyor artık.

Biz öğretimizi çıkarırken, ömrünü uzatmak üzere Belediyelerden başlayan, parti içinde ve Hükümete kadar da genişleyeceği anlaşılan iflas yolundaki İktidar sultasının, yeni revizyon gayretkeşliği, kimseyi aldatmasın sakın. Çünkü AKP’yi bu saatten sonra kurtarabilecek veya yeni bir Hükümete ancak koalisyon ortağı bile yapabilecek tek şart, önce yanılgılar manzumesi haline gelmiş ve asıl metal yorgunu olan Başkanlarını, yıpranmamış bir yenisiyle değiştirmektir. Çünkü Erdoğan’ın yıpranma kat sayısı yakında Zarrab skecinden sonra tavan yapacaktır. AKP Kurmaylarının da artık kendi selametleri adına, fıtratları olacak olan bu gerçeği anlamış olmaları gerekir. 

Yani AKP’de MHP den de önce baştan ayağa bir revizyon şart görünüyor artık. İsmini bile değiştirmesinde fayda vardır. Ve bundan sonra milli siyasa da yoluna devam etmek istiyorsa, bütün günah keçilerinden arınmış temiz bir kadroyla ve tamamen Kemalist bir merkezi duruşla, günah çıkarıp muhalefet içinde yerini almalıdır. Çünkü Demokrasi isteniyorsa, o zaman da yürünecek yol budur. Bu belki de uluslararası arenada bozulan imajımızın yeni kozmetiği olacak tek çıkış yoludur. 

Ne ki bu dediklerimiz bütün lekelerin gerçekten temizlenebilmesi şartıyla olabilir ancak. Belki o zaman yenilenen Partinin kendi seçmeniyle de barışması söz konusu olabilir. Ki şimdilik buna imkân görünmüyor. Hiç unutulmamalıdır ki Atatürk Güneşinin mübarek huzmelerinin aydınlattığı Türkiye’miz, 100 yıl öncesinin son Osmanlısı değildir artık.

Ve uçuk, kaçık siyasi formüllere, gayrı meşru yaslanışlara, yanılgılara, gelgitlere, anayasası dâhil bütün temel haklarını kaybetmeye, hepsinden öte de artık boşa vakit sarf etmeye ve bundan sonra da Kemalist kalkınma hedefinden ödün vermeye ise hiç tahammülü yoktur. 

Koca devenin kulağı küçüktür. O yüzden ‘devede kulak’ deyimi vardır. Ne yazık ki bugün ortalıkta dolaşan o kadar iki ayaklı deve var ki bu salt gerçeklerin bile farkında değiller. Kabararak, dolanıp duruyorlar, sonra da, arkalarında nokta bile bırakamadan göçüp gidiyorlar sadece.

Bir ülkenin başındaki, suçluluk kompleksi de taşıyan megaloman bir yapı, bunun korkusuyla sonunda brutal bir tiranizmle buluşarak, ülkesinin başını da yakacağı için, böyle bir zihniyete asla güvenilemez. Ve hiçbir yüce ulusun kaderi, aslında bir aşiretinki bile böyle bir liderliğe asla teslim edilemez…
                                                                       Serendip Altındal



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder