Hasat
sonu çıkacaksın düzlüğe. Ne ektiysen 15 yılda, sende ektiğini biçeceksin
sonunda. Üstelik bütün helal süt emmişlerin de hasatlarına el koyduğun için borcun
daha da kabardı. Bekle 16 Nisan’a kadar. Fıtratın vurunca tokadını, senin de
ayakların yerden kesilecektir nasıl olsa. Çünkü hep böyle olmuş, tasallutçular
her zaman layıklarını bulmuştur sonunda.
Vatana, millete, Orduya, hakka,
hukuka, milli bekaya, mal varlığına ve yetim hakkına el uzatan herkes, sonunda
rezil olmuş, ayağa düşmüştür. Bu konuda bir eksik veya fazla, tarihi hiç
ırgalamaz, o bulduğunu belgeler, geleceklere ibretlik tutanak oluşturur sadece.
Idlib denen bölgede Esad’ın zehirli
gaz kullandığına, hem de kendisini çakma insan hakçılarının gözleri önünde
aklamaya, en fazla ihtiyaç duyduğu bir dönem ve mekânda, hangi, içinde azıcık akıl
taşıyan bir beyin inanabilir ki? O halde bu vahşeti kim mi yaptı? CIA’ya sorun
iyi bilir, bu konuda da sicili bir hayli kabarıktır çünkü.
Sıkıştırınca
muhaliflere de yapıştırıverdiler pisliği kolayca zaten. Ne zaman minareyi çalmadan önce
kılıfını hazırlamadılar ki. Ayrıca son günlerde Rusya’da peş peşe yapılan
patlamaların ve günahsız ölümlerin de başvuru adresidir kendileri.
Ne ki son Idlip olgusu, Erdoğan
AKP’si ile ABD’yi yine aynı paralelde buluşturacak bir nedene de imza atmıştır.
Ki bu neden, Referandum öncesi bir seferî patlamaya da sebep(!) olarak, sonucu
şimdiden kendilerini korkutan Referandumu erteletebilir. Çünkü Trump ile başlayan
yeni flört, Putin Rusya’sı ile de yeni bir güvensizlik soğukluğu yaratacak ve
esasen bunalım artıları fazla olan Türkiye’yi, yeni bir açmaza daha sokacak, bu
nedenle de Başkanlık senaristi emperyalistlerin yeni bir zamanlamaya
ihtiyaçları olacaktır.
Trump kuşkusuz iç güvenini de tazelemek adına
bu olguyu, Türkiye takviyesiyle Rusya’ya karşı baskı aracı olarak kullanacağı bir
paradigmaya dönüştürecektir. Hele de Erdoğan’ı muhtemelen Rusya kulvarından
ayırabilmiş olması, Trump’un artı hanesine de yazılacak ve güven tazelemesine
yardımcı olacaktır. Aslında Çavuşoğlu denen zatın, ABD’nin bu illegal; ama
hesaplı baskınını destekleme beyanı, Perşembenin gelişini gösteren bir Çarşamba
mesajıydı.
Bize
de bu durumda ‘aferin Çavuşoğlu, başka da ne diyebilirdin ki’ demek düşer. Beni
asıl üzen ise, maalesef içimizdeki müstevliler dışında kalan ve Atatürkçü,
milliyetçi geçinen, aslında tam bağımsız olması gereken birçok aydının(!) hala
Amerikancı olduğudur. Bunların birçoğu da çocuklarını, ABD de okutmak için avuç
dolusu paralar dökerek, onların birer ABD misyonerine dönüşmelerine iftiharla
göz yumarken, acaba ne düşünürler.
Kendi çocuklarını bile iğdiş eden ABD
eğitiminden nasıl bir milli fayda umarlar, acaba bu umutları da var mıdır, işin
bu tarafı da belli değildir. Ve gerçekten orada eğitim almış olanların kaç
tanesi, ABD emeklisi olmadan tekrar yurtlarına geri dönmüşler ve ülkelerine
faydalı olabilmişlerdir?
Bu arada bizi rahatsız eden
hususlardan da bahsetmek zorundayım. Sözcü gibi Kemalist, bağımsız milliyetçi
perspektifte olduğuna inandığımız bir gazete ‘Putin arkasında’ diye acele ve
önyargılı bir başlık atarken; Esad’a CIA’nın mal ettiği zehir gazı olayının da
arkasında olduğunu ve Putin’in ABD’nin illegal saldırısını desteklediği
anlaşılacağı algısını, taraflı oluşturduğunun, nasıl farkında olmaz diye
düşündük, o gazetenin okurları olarak.
Yetmedi, Baykal’ın ‘denize süpürürüz’ ifadesiyle
‘evet’ diyecek olanları da kastetmiş olacağı algısının, ifade eksikliği ile
kazara yaratılmış olacağı nasıl atlanırdı. Üstüne üstlük, önyargılı olarak ABD
saldırısını ‘destekliyoruz’ mesajıyla, adeta özgün bir ülkeye saldıran ABD
teröristini onurlandıran CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun bu ürküten tarafgirliği,
diğerlerinden daha az masum değildi.
Aman beyler siz siz olun, hele de bu
günlerde en küçük hatalarınızın bile ileride büyük pişmanlıklara
dönüşebileceğini sakın ola biran dahi aklınızdan çıkarmayın. İrticalen konuşmak
iyidir; ama her sözü iki defa düşünmek, bilhassa da bir siyasetçi için çok daha
iyidir. Konumlarınıza yakışır dikkatli beyanlarda bulunun lütfen.
Unutmayın ki
bulunduğunuz pozisyonlarınızı, ballı Vekilliklerinizi bile vatandaşlarınıza
yani hatalarınıza rağmen size güvenmek isteyen ‘HALK’ınıza borçlusunuz. Halkınızı
sakın ahmaklar olarak görmeyin. Ve kendileri için her türlü aşağılığın mubah
olduğu seviyesizlerin derekesine ise asla düşmeyin. Çünkü onlar ufaldıkça siz
büyürsünüz…
Hatalar
insana özgüdür. Mühim olan, hatalarına rağmen insan kalabilmektir. Hatalar
kumaşını dokuyup üstüne kefen yapmışlara ise söylenecek söz yoktur. Kulaklarından
tutup arka kapı gösterilir onlara sadece. Çünkü ön kapılar sadece insanlar için
yapılır. Tıpkı kaldırımlar gibi. İşte insan olamayanları veya öyle
kalamayanları arka kapınızın önüne koymak için de, 16 Nisan günü hayırlarınıza
ihtiyaç vardır.
Esasen hayır işlemenin bir karşılığı da, düşküne
karşılıksız bağış yapmak değil midir? Ve 15 yıldır bütün milli varlığınıza, müktesebatınıza
rağmen, aslında kendileri oldukları halde, sizi anavatanınızda asalak gibi
yaşatanlara elbette verilecek, hak ettikleri bir cevabınız da olmalıdır…
Bu
yazımda neden, niçin, anayasanın (a) maddesi, (b) maddesi, ‘neden hayır demek
zorundasınız’ gibi ifadeler kullanmak istemiyorum. Tamamen vatandaş diliyle
başka şeyler söylemeye çalışıyorum.
Bakın
ya yolun sonunda ya da yeni bir doğuşun başındayız. Ya milli varlığımıza
kastedenleri kulaklarından tuttuğumuz gibi arka kapımızın dışına oturtacak ya
da onlara kul olarak, Osmanlı ümmetinden bile beter edilip, heder olacağız.
Bunun kararı da bize kalmıştır artık.
Yüce Atatürk’ün kutsal emaneti olan, koca
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin nasıl olup da puntasızlar eliyle bu duruma
getirildiğini düşündükçe hırs ve üzüntümden elim titriyor, kendi yazımı bile
okuyamıyorum. Allahtan ki klavyede temize çekeceğim.
Şayet
yanılıp ta evet diyecek olurlarsa, azgın Bizon sürülerinin toynakları altında narin
kır çiçekleri gibi kalacak olan vatandaşlarıma, normal konuşurken bile
bağırmaktan kısılmış sesimle haykırıyorum: Ulvi Türk kimliğinize göktaşları
kadar uzak kalan müstevli soytarıları ve işverenlerini susturun ebediyen artık.
O halde uyanın biran önce, çiçek tarlalarınızdaki münferit uykularınızdan. Bürünün
o heybetli kimliğinize 16 Nisan’da ve sandık başında. Orada ne yapacağınızı da iyi
biliyorsunuz artık Emmilerim o halde. Ha şayet ‘hayırlar’ korkusuyla Trump ile acele
sahneye konan, sanal seferî(!) bir skeç bahane edilip, Referandum bir başka
Bahara ertelenmemişse…
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder