25 Nisan 2016 Pazartesi

POTPORİ..

            Sen kalk dünyanın bir ucunda çoluk çocuğunla helalleş, sonra da dünya haritasında yerini bile gösteremeyeceğin topraklara gel. İki buçuk cibilliyetsiz emperyalist keferenin angajmanına alet olurken, muhtemelen de Güney sahillerinde maceralı bir tatil yapacağının, dönüşte çocuklarına zafer anıları götüreceğinin de hesabını yap. Ne var ki, umduğun gibi olmadı. Türk’ün haşmetli yumruğunu yiyince sende aydın sonunda kardeş.

            Bizim buralarda ne işimiz var diyerek elde kalan sağlamlarını toparlayıp, yine geldikleri gibi defolup gittiler. Şimdi de utanmadan, sayelerinde binlerce canımızı yitirdiğimiz Çanakkale’mizi, neredeyse bir de Anzak Boğazı ilan etmeye kalktılar. Şaka veya sanki de yeniden; ama üstü örtülü bir rövanş işgaline gelmişler gibi. Oysa adam gibi Türk Ulusundan çoktan özür dileyerek ve oldubittiyle değil; ancak Türkiye Cumhuriyeti Devletinin resmi daveti üzerine, kendilerinin de pisipisine heder olduğu o toprakları ziyarete gelmeleri gerekmez miydi?

Yerlerinde olsam, ülkem adına Türk Devletinden özür diler, bu acı tecrübeden de ülkeme ders çıkarır, bir daha da buralara adım atmaz, hele de amiyane gösteriler yapmaya hiç kalkmazdım kendi adıma.


Yıkanıp, arlanıp paklanarak yolumuza devam ediyoruz. İlk satırından itibaren, ABD güdümlü kanı bozuk şerefsizlerin, aslında TSK yaftasıyla yüce Türk Milleti’nin üstüne sıçratarak, bir taşla iki kuş birden vurmayı hesapladığı ‘ERGENEKON’ çamurundan nihayet – lütfen - aklandık. Türk evladının adil Türk Yargısı, sonuçta yumruğunu masaya vurup yüce milletini ve onun asil ordusunu, bu iğrenç lekeyi bulaştıranların suratlarına geri sıvarken de temizlemiş oldu. Askerler hiç olmazsa tazminat alacaklar, ya kendisi de ağır bedel ödeyen Türk Milletinin hasarını kimler tazmin edecek.

Bir an önce unutmak istediğim bu hazin; ama kirli tarihi senaryo hakkında, daha ne yazayım ki. İlk gününden itibaren ERGENEKON yalanının ateşli bir muhalifi olarak, sayfalarla yazı yazdım ki internet sayfamda, kronolojik olarak okumak mümkündür. Ergenekon yalanını ciddiye alan bazı dost sandıklarımla bile, gerektiğinde kavga noktasına gelecek şiddetli münakaşalar yaparak kendilerini silmiş, hele de şerefli ordusuna sapına kadar güven duyan bir Kemalist olarak, bu konuda daha ne söyleyebilirim ki. Ve bir kere daha hep birlikte görüldüğü üzere HAK, yani DOĞRU yine yerde kalmamıştır. Öyleyse bundan şimdi bir kere daha ibret almak düşer artık, her birimize.

Bir şey daha ilave etmem gerekirse; o zaman Sayın Başbuğ için bir yazımda, “paşam yumruğunu masaya vurmalıydın, çünkü ordunun bir numarasıydın sen teslim olursan ordun da teslim alınacaktı” mealinde yazmıştım. Nitekim öyle de oldu. Yapsaydı ne olurdu, belki de Ergenekon yaşanmamış, hiç biri yatmamış olur ve ülkemiz de bugün bambaşka bir konumda olurdu muhtemelen.

Ne var ki şayet yine yatmış olsaydı bile bugün içeriden omuzlarda çıkar, belki de o benzer makûs dönemin rütbesiz Atatürk’ü gibi bugün kendisi de milli birliği kuruyor olurdu, kim bilir. Yazık ki tarihi fırsatı kaçırdı ve ülkesi de kaybetti. Hilmi Özkök için bir şeyler yazmaya da değmezdi. O esasen kasaptaki ete soğan doğramayacağını beyan etmişti. Oysa et kasapta değil masasındaydı; ama ne yazık ki o kasaptaymış gibi algıladı ve algılattı. Ve kendisi sefa sürerken, arkadaşları zindanda yatıyordu…


Bir zamanlar Hakan Fidan adlı bir yetkili köşe sahibi, Suriye den bir iki roket attırıp, savaş zemini oluşturabilirim demişti patronuna galiba yanlış anımsamıyorsam. Şimdi artık sormak gerekmiyor mu, başta kendisi ve de şahsını her yola sorunsuz angaje eden patronuna. Ee ne bekliyorsunuz hala. Bakın her gün Suriye’den roket yağıyor, sayısız kayıplar veriyoruz, yeterinden fazla sebep oluşmadı mı daha. Şimdi onlardan boşuna da bir cevap beklemeyin. Bilhassa da artık süngüsü düşmüş patron, AYM’nin 54 yaşam yılı açılış toplantısını zorunlu olarak izlerken, boynunu bükmüş, kurbanlık koyun gibi kaderini de bekliyorken.

Beklediğiniz cevabı verebilecek tek merci ise, artık TSK’mızdır bugün ülkemizde, o biraderler değil. TSK ise savaş nedenini kendisi oluşturmadığı halde, Rusya ile yaratılan nedensiz – daha doğrusu ABD kaynaklı - ihtilafın tek sorumlusuymuş gibi atacağı ters bir adımla, yarın tarih önünde hesap vermeği, aklının ucundan bile geçirmiyor kuşkusuz. Çünkü korktuğu tek husus, asla herhangi bir düşman falan değildir; ama yaşanacak kayıpların yarın yüce tarih önünde tek sorumlusu olarak kabul edilecek olmasıdır.

Dolayısıyla sadece yurdumuzu içine alacak bir total nefsi müdafaa savaşında veya “yurtta sulh cihanda sulh” perspektifiyle gerçek kimliğini göstermeye, her zaman ki gibi sapına kadar da hazırdır yine şüphesiz. Yoksa 3 yıllık emperyalist bölücü terör Arsenal’inin, gerçek sorumlularının dışında kimsenin burnunu kanatmadan, nasıl sıfırlandığının hala farkında değil misiniz? O halde mevcut durumda, şimdi de Suriye deki IŞİD provokatörlerini temizlemek, bizim gerçek sorumlu biraderlere düşüyor demektir, TSK ya değil artık. Bizde neler diyoruz, kimden ne bekliyoruz böyle! Haydi, canım geçiniz…


Yaklaşık olarak 60 yıldır, spor branşları arasında yüzmeye ve futbola daha fazla ilgi duymuşumdur. Bu ilgi, Baba Hakkı’nın patronu olduğu - ki rahmetli Baba Hakkı’yı bile Şeref Beye tavsiye ederek genç takımdan A takımına çıkaran babamdır. Benim yanımda bile babama Kaptan derdi rahmetli Baba Hakkı - BJK genç takımında oynamaya başlamadan önceki çocukluk yıllarımda, Atatürk’ün izniyle 1924 yılında kurulan resmi futbol liginin ilk şampiyonu BJK futbol takımının da santrhafı ve kaptanı olan Kuvayı Milliyeci babam Cavit Altındal sayesinde başlamıştı aslında.

Rahmeti babam BJK’nın da yıllarca şeref üyesiydi. Kasımpaşa Kulübünün de kurucusudur. Devlet memuru olduğu için, futbol da amatör bir spor dalı olduğu halde ismi afişe edilmemişti o zaman. Emekliliğinde uzun yıllar kulübün Başkanlığını da yapmıştı. Çocukluğumda çok iyi hatırlarım, artık yorulup bırakmak istediğinde bile evden gelip zorla, rica minnet ve neredeyse kargatulumba almışlardı kendisini hep.

Ailece sporun içinde olduğumuz için, sayısız maç izledim hayatım boyunca. Bu bağlamda birçok da kavgalı maça şahit oldum. Hakem Sulhi Garan’ın yediği meydan dayağından sonra diş protezi kullanmak zorunda kaldığı maç da bunların arasındadır ve bu saha kavgası bile tribünlere intikal etmemişdi, anlayın artık. Ne var ki ülkenin tek ciddi stadyumu olan BJK (İnönü) stadını kardeşçe paylaşan bütün BJK, FB ve GS li taraftarlar arasında yaşanan kavgalar bile, aynı tribünleri paylaştıkları halde, bir elin parmakları gibi sayılıdır. Bahse konu bile olamazlar.

Dünkü Trabzon, Fenerbahçe karşılaşmasında yaşanan ve tamamen Fenerbahçe Başkanının her fırsatta spor karşılaşmasını ısrarla ve başka maksatlarla oyun sahasının dışında tutmaya kararlı provokatif tutum ve davranışları nedeniyle, tahrik edilen seyirciler yüzünden yaşanmış böylesi hazin bir duruma, TV den izlerken bile, ilk defa şahit oldum.

Demek oluyor ki milyonlarca ateşli tutkunu olan futbolun yine centilmen bir kitle sporu haline gelebilmesi için gerekli olan ilk şart, özellikle futbol seyircisinin kültür seviyesinden önce, ortamı hep geren, aşırı sıcak tutan, ihtiraslı, siyasi amaçlar ve çıkarlar peşinde koşan kulüp başkanlarından acilen arındırılmasıdır. Bunun için de gerekiyorsa Anayasamıza ihtiyati maddeler eklenmelidir. Ve hiç unutulmamalıdır ki, kritik maçlar öncesi “oyunu germeyin, rakibi küçümsemeyin diyoruz” demeçleri vermekle de, diğer zamanlarda her fırsatta gerçek yüzlerini ortaya koyan sorumlular, kendilerini tenzih ettiremezler…

                                                                      Serendip Altındal



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder