Rüyaların
tarifsiz özgürlüğünde en azından uyurken özgür ve bağımsız olabilmek de nefis
için bir yerde çözümdür. Her ne kadar niçin, neden soruları sorulduğunda cevabı
verilemiyor olsa da, aslında bu kendinden, daha doğrusu da kendi güncelinden
kaçışın.
Yaşadığımız kahreden çözümsüzlükte
biz hep kaçıyoruz da, yoksa rüyalarımız mı bizi kovalıyor? Ne zaman bitecek bu
kovalamaca. Gözümüzü ebediyen kapattığımızda mı? Yoksa o zaman da sonu gelmez
bir başka kaçış mı bekliyor olacak bizleri acaba? Bakın bunların cevabını bile,
en tarafsız halimizle dahi kendimize veremiyoruz. Ve tarihler içinde bir şeyler
söylemeye çalışmış olanları okumakla yetiniyoruz sadece.
Ne ki şimdi bunları, karamsarlık
anaforunda dönüp durduğum ve çaresizliğimi ortaya dökme nedenim olduğu için
söylemiyorum. Bilakis ana fikri, her anaforun spiralinin ucunda, taşıdıklarını
bırakacağı bir başka delta olduğunu iyi bilen bir bilgiçlikte savunuyorum.
Aslında bu da benim çıkış yolumdur; ama aynı bağlamda senin de dostum bilesin.
O halde mevcut olan ve olabilen tüm
tezleri üst üste koyup nihai senteze varalım istersen birlikte. Önce ne olacak
bu CHP’nin hali demekle de başlayabiliriz mesela, eğer istersen tabi. Çünkü çok
iyi biliyoruz ki; geleceğin Türkiye’sinin altın anahtarı, tüm günah ve
sevaplarıyla sadece CHP’nin parmakları arasında olacaktır yine de. Hoş bu
anahtarı şimdilik kullanamıyor olsa da. Eninde sonunda usta bir çilingir bulup
açamadıkları bütün kilitleri açabileceklerine olan inancımızı yine birlikte yaşatalım
istiyorum özetle de.
Yeni Dünyanın görünen yüzünü değil;
ama görünmeyen yüzünü hedefe koymakla belki CHP ye daha fazla yardımcı
olunabilinir. Çünkü görünen yüzün, o da sadece Atatürk’ümüzden bu yana olanları
tenzih etmek kaydıyla, bugüne kadar bize bir faydası olduğunu ve bundan sonra
da olabileceğini söylemek mümkün değildir. Bu durumda da, içimizde ki Atatürk’ü
devreye sokup acaba o olsaydı ne yapardı demekten başka da bir çare kalmıyor
bizlere.
O halde aradığımız ve ihtiyacımız
olan çözümün ısrarla bizden gizlenmeye çalışılan arka yüzünde olduğunu herhalde
artık fark etmiş olmalıyız. Yani dertler çoğaldıkça, çareler de çoğalır ve bu
ikisi de sonsuzdur aslında. Buna göre de, bizi tekrar huzura kavuşturmak üzere,
bir değil; ama birden çok fazla yol da mevcut olmalıdır yakın doğamızda. Yeter
ki, tespiti doğru yapalım.
Demek ki vizyon sahibi yeni kanaat
önderlerine acilen gereksinim var demektir. Bütün mesele de bu mu yani. İşte
şimdi son soruyu da kendimize sorabiliriz artık. Kanaat önderim mutlaka
tanınmış bir siyasa kökenli mi olmalıdır???
Güneydoğumuzun Kabristana döndüğü bu
günlerde şehitlere peş peşe ağıtlar yakılırken, sebep olan leş kargalarının
telef edilen sürülerine bir bakış dahi atmak gelmiyor insanın içinden. En
azından kendi hissiyatım bu, sizinkini bilemem.
Amerikalı çakalların gözümüzün içine
baka baka utanmadan söyledikleri “PKK bizim için de bir terör örgütüdür. Türklerle
dostluğumuz bakidir.” Şarlatanlığının siz de yarattığı algıyı bilemem;
benimkini lütfen sormayın bana. O zaman şah damarı çatlamış eski İstanbul
beylik argosunun bütün zarafetinin, nasıl bu satırlara çıkartma yapacağını,
inanınki yaşamak istemezsiniz.
Ailelerinin küçük yaşlarda sokaklara
terk ettiği, itilen, kakılan, yaşayabilmek için bulduğu yenebilir her çöpün
üstüne atılan, tinerci çocukların bile midelerini isyan ettirecek Amerikan
mamalarını, hala yemekte ısrarcı olan içimizde ki midesizleri ise artık
yorumlarınıza havale ediyorum…
Avrasya’dan bir tutam, Rusya’nın
akraba kanadından iki tutam, Çin’den,
Uzak Asya’dan, Japon’dan gönlünüzce miktarlarda alarak ve Güney Afrika’yı da
içine katan BRİCS den bir buket ile de harmanlayarak, mikserden geçirelim,
bakalım ne çıkacak ortaya. Belki de bize daha önce neden yapmadık dedirtecek
müstesna bir hayat iksirimiz olur, kim bilir. Nasıl denemeye değmez mi
Emmioğullarım.
Yoksa bu kadar itilip kakıldıktan
sonra, kanımızı emen sülük ABD ve AB kuyruğunda, bir deri, bir kemik tıynette
yaşam sürdürmekte hala kararlımısınız? Ne zaman adam olacağız. Yedi düvele “işte
budur Atatürk Cumhuriyeti Türkiye’si” dedirterek, şanlı bayrağımızı düştüğü
yerden kaldırtıp, saygı ile yeniden gönderlerine çektireceğiz…
Günlerdir Erdoğanların Başkanlık
Anayasasına destek vermeyin, onlarla aynı masaya oturmayın diye feryat eden
Perinçek’i duymamak veya ciddiye almamak, CHP ve MHP ye sonuçta bühtan karası
çalacaktır. Ve bundan arınmaları da çok zor olacaktır.
Ne yaptılar, ettiler küçük Ekvator
da bile aziz devletimizin şerefini iki paralık etmeyi becerdiler. Oradan bile
NOTA yiyip paketlendiler. Yazık oluyor şerefli, şanlı tarihiyle bu güzel
vatanımıza, layık değiliz bu adamlara. Adamı uçurttular ve topun ağzına
sürdüler. Muhtemelen de kendisini top mermisi gibi görmeye başladı artık.
Geriye dönüşü de kalmadı garı. İlle de Başkanlık moduna girdi. Hep yanında
taşıdığı birbirleriyle kıvırma yarışında ki dansözleri ise, nasıl olsa onunla
da onsuz da parsayı toplayacaklarını düşünüyor olsalar gerektir.
Öyle ya kazanırsa, nasılsa birlikte
kazanacaklar, düşerse de “biz devirdik” havasına gireceklerdir nasıl olsa hemen.
Bekleyelim ve görelim. Gerçi ülkemin başında bir Devlet yok; ama olan çakma
Devlete de 6 ay vade biçen bir çakma Başkan adayı var. Yoksa bu zat devleti tek
başına filan mı devirmeyi planlıyor. Veya IŞİD in başına filan geçme niyetinde
mi acep? Artık Katarlıları ve Suudları falan da alacaktır arkasına muhtemelen. Yani
nereden baksan falan, filan, yapılan tüm masrafların gerçek mağduru bizlere ise
kalan, sapla, saman. Sana kolay gelsin, haydi artık yat uzan.
Demek ki yakın bir vade sonunda, bir
yanda Erdoğan komutasında Ehli Salip ordusu, diğer yanda Türkiye Cumhuriyetini
Sevenler Derneği karşı karşıya gelecek demektir. İyi de, TSK veya Atatürk’ün
Ordusu, bütün bu işlere sessiz ve derinden ne diyecektir acaba, hem de çevrede
birileri kimseyi adam yerine koymadan, kendi kendilerine böyle gelin güvey olup
duruyorlarken.
Pekiyi sen ne diyorsun bütün bu
işlere ey Türk Milleti! Temiz şehit kanlarıyla yıkanmış o sokaklarda hangi
suratla dolaşabiliyorsun hala. Alo! Ses
ver hala hayatta mısın? Tutunmuşsun mal bulmuş gibi besleme partilerin
kuyruklarına, gözün başka da bir şey görmüyor. Bir o yana, bir bu yana savrulup
duran ot gibisin. Ne olacak senin bu halin arkadaş. Sahiden sen yaşıyor musun,
onu söyle bari…
Serendip Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder