12 Aralık 2018 Çarşamba

LATİN PARADOKSU..


            Tarih kimsenin malı değildir. Dolayısıyla da hiç kimse tarihi kendi soyu, sopu ve şeceresine mal edemez. O halde tarih bütün kişi ve kurumlar tarafından bağımsız olarak, sadece bulgu ve belgelere dayanarak ele alınmalı ve uluslararası ortak aklın görüşleri çerçevesinde, tarihsel özeğine sadık kalınarak toplumlara adil biçimde aktarılmalıdır. Çünkü her ulus kendi gerçek özünü tanıma hakkına sahiptir. Ve ancak bu sayede insana da uygar denilebilir.

            Ya da bazı tarih yazarlarının yaptığı gibi çeşitli tarihçilerin subjektif görüşleri alınarak ana fikir okura bırakılmalıdır. Ancak bu doğrultuda tarihsel kaynaklar hakkında gerekçeli bilgiler oluşabilir ve yine gerekçeli kararlar adil biçimde öze sadık kalınarak alınabilir. Öyle ki özne her ne ve hangi hususta ise geçmişle alakalı bir bilgiye bilgi diyebilmemiz için bu perspektife, azami itina ile sahip olmak zorundayız.

            Mesela bazı Batılı tarihçilerin Osmanlı Rumeli’de kuruldu deyişiyle, Osmanlı İmparatorluğunu bile kendilerine mal ettikleri de asla unutulmamalıdır. Aslında Oğuzların Kayı boyundan olan Osmanlı’lar, diğer göçebe Türk boylarını, yerleşik olmadıkları için Türkmen başlığı altında dışlayarak lakin ordularında kullandıkları Hristiyan devşirmelere (Yeniçeri) ve paralı Bizans askerlerine rağmen, Ordunun tamamına yakını olan Türkmenler (Türkler) sayesinde yüzyıllarca Dünyanın en uygar ve güçlü Devleti olarak ayakta kalabilmişlerdir.

            Hâlbuki Osmanlılar Türklerin göçebe değil kendileri gibi göçer konar olduğunu ve ancak yerleşke olmaya müsait habitat ve stratejik olanaklarıyla gelecek vadeden topraklarda, derhal ve geleceği Dünya İmparatorlukları olacak Devletler kurduklarını da iyi biliyor olmalıydılar. Ne yazık ki kendileri de kurucu boy beyleri Osman’a ve Türk ilkelerine tamamen sadık kalmamışlardı.

            İşte alfabelerini bile uygar Türklerin tamgalarından; anlamlarını çözemedikleri için de sadece sembollerini kopya ederek telif hakkını bile yok sayarak aşıran Latinlerin gözünde, Türk tarihinin Osmanlısı bile Rumelili sayılırken, Osmanlı monarşisini devirdikten sonra Dünya tarihini yeniden değiştirerek, Türkiye Cumhuriyetini kuran Türklerin Asya Devleti olduğunu iddia etmek, Latin paradoksu değil de nedir. Hadi gel de şimdi kendi tarihini bir de bu sözüne güvenilemez sahtekârlardan, öğrenmeye kalk! Aman ha, denemeyin bile sakın. İşte yeter ki bu bilinci ceman sahiplenmiş olalım...

            Böylece Devletler hukuku ve insan hakları masalcılarıyla, muhtelif vesilelerle Saraylarda, Şatolarda ve tarihi konaklarda verilen en seçkin ziyafetlerde bile altın tabaklarda önümüze sunulan ve ne olduğunu bilmediğimiz yiyecekleri bile yemeden önce, en az iki defa düşünürüz belki.

            Yani özetle: Konu özellikle de kendi tarihimiz ise bunu yabancılardan değil, öncelikle hayatını ve tüm mesaisini tarihine adamış ve otorite kabul edilen 39 Türkçe lehçeyi bilen rahmetli Kazım Mirşan ve diğerleri gibi milli tarihçilerimizden öğrenmeliyiz. Bağlamında kendi yorumlarımızı oluştururken, tarafsız diğerleriyle de karşılaştırırsak, daha geniş ve detaylı perspektiflerde kazanabiliriz kuşkusuz.

            Mesela birisi eliyle bana, karşı dağları işaret ederek onların kendisine ait olduğunu söylüyorsa; ben orada gözüme ilişen bir iki kulübenin içinde kimlerin oturduğunu, nasıl yaşadıklarını ve çevrelerine nasıl baktıklarını (görelilik) düşünürüm ilk önce ne hikmetse. Aslında karşıdaki dağların sahibi olduğunu söyleyen, onları bana işaret ederken, o ana kadar görmediğim ve varlığının dahi bilincinde olmadığım bir düşünceyi kafamda oluşturmuştur gerçekte. 

            Suriye’nin Kuzeyinde cebelleşmekte olduğumuz Coni de bizi aynı Latin ninnisi ile uyutmaya kalkıyor. Biz uykuya dalarken Kıbrıs’ı da elimizden alma hesapları yapıyor aynı paralelde. İslam Federasyon Devletini hedefleyen bir cephe Güneydoğu hudutlarımızda açılmışken, Türk bölgesini bile yok sayan bir diğerinin, Kıbrıs da oluşturulduğu görülüyor. Bizimki ise uzatmalı İslam ninnisini ha babam, uyumaya hiç niyeti olmayan milletin kulağına fısıldayıp duruyor…

                                                                       Serendip Altındal



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder