İçinde
bulunduğumuz dönem tarihte, Atatürk akılcılığının yeniden keşfedilip, tekrar
egemen olduğu ikinci Cumhuriyet dönemi olarak anılacaktır kuşkusuz. Bunun için de
yeterinden fazla indis mevcuttur. Hangisini sayalım. Herhalde en dikkat çekeni,
hiç ikna edici olamasa da fanatik irtica histerisiyle, Atatürk bayraktarlığını
bir arada dokuyarak, seçim zamanı milletini örteceği bir ucube örtüye
dönüştürerek, Başkanlığı aradan sıyırıp, o millete hesap vermekten kurtulacağını
hesaplayan AKP’nin tirajı komik çaresizliğidir.
Çünkü içinde tam bağımsız,
milliyetçi, halkçı, laik, cumhuriyetçi, inkılapçı, Devletçi özeğiyle
Kemalizm’in yer almadığı bir Atatürkçülük, ne yazık ki tek perdelik bir güldürüden
öteye geçemez. Trajik olan yanı ise bu orta oyununda, tüm kutsal varlığını
milletine adamış yüce Atatürk’ün adının kullanılıyor olmasıdır. Aslında
Kemalist özeğinden soyutlanmış bir Atatürkçülük, AKP eliyle Atatürk’e yapılmış
ayrı bir darbe olarak da kabul edilebilir. Ve Türk Ulusunun bunu kabul
edebilmesine de imkân yoktur.
15 Temmuz üzerine 16 Temmuz da,
‘Kontrollü Darbe’ demiştik de hani birileri de rahatsız mı olmuştu? Sözü fazla
uzatmadan; hemen arkasından OHAL veya benzeri bir oldubitti ile oligark bir
darbenin oturtulacağını da beklediğimiz için, neden haklı olduğumuz bugün iyice
anlaşılmıştır herhalde artık diyelim ve bu konuyu kapatalım en iyisi. Yılan hikâyesine
dönüştürülen araştırma, elbette saati çalınca küllen aydınlığa kavuşturulacak
ve bir kere daha haklı olduğumuz anlaşılacaktır nasılsa.
Daha da ötesinde, sanal darbe
esnasında birden bire zuhur eden, ikna edici olması bağlamında ne yazık ki
figüran olarak kullanılan ve katledilen 250 vatandaşımız ile yüzlerce yaralının
çoğunluğunun, MHP ülkücüleriyle, fanatik irtica militanlarından olduğu da
düşünülürse, başta Bahçeli olmak üzere diğer irticai militan ayağında arkadaki büyük
vebali taşıyan kimin parmağı olduğu da elbette ortaya çıkacaktır.
Yoksa
Bahçeli’nin Erdoğan karşısındaki gözle görülür rahatlığı, aradaki bu gizli
ittifakın Bahçeli elinde bir koza dönüşmesine mi dayanıyor acaba? Peki, o halde
ikide bir yargının altın olduğunu söyleyerek kuyumculuğa soyunan Perinçek’in,
bunda tasarrufu nedir dersiniz.
Suni gündemler türbülansı arasında
boğulan ve gerçek olanların ise cımbızla ayıklanması esnasında, kalem dönüp
dolaşıp eskimiş olanlara da güncel perspektifle zorunlu olarak bir daha dokunmadan
geçemiyor. Bundaki ana neden de okurla aradaki sıcak temasın korunması gereğidir
şüphesiz.
Oysa
aslında ülkemizin etkin haber seçeneği hele de içinde bulunduğumuz coğrafya ve
konjonktür nedeniyle bu kadar da tek düze değildir. Lakin artık seviyesizliğin
tavan yaptığı ve pespaye magazin dünyasının arkasına gizlediği siyasa
gerçeğinin bizar eden ruh haletinden, yazarın kendi sinirlerinin yanı sıra, okurunkileri
de koruması gerekiyor. Ki vatandaşa saygı tam olsun.
Yukarıda
altı okla ifade edilen Kemalist ilkeleri sayarken, laiklik savının daha
Cumhuriyet kurulmadan önce Dünya harbi yıllarında ve Osmanlının son döneminde Ziya
Gökalp ile başladığını unutmayalım. Aynı bağlamda kadınları iffetsiz kabul edip
örtünmeye zorlamanın, Türk kadınlarına en büyük hakaret olduğunu söyleyen ve
kadın inkılabının başlamasına önayak olan Ziya Gökalp’in, Atatürk’ün de yolunu
açtığını asla yadsımamalıyız. Dolayısıyla şerefli tarihimize mal olmuş tüm
aydınlarımıza, şehitlerimizle birlikte rahmet okumalıyız. Ki o zaman vatandaş
saygımız ebedi olsun.
Aynı bileşkede, demek ki Kemalist Atatürk’ü
anlayabilmek için, ucu bucağı olmayan milli tarihini enine boyuna irdeleyen ve
daha önce yaşamış milli aydınlarından birçok şeyler öğrenmiş olan aydın insan Atatürk’ü
de özümsemiş olmak gerekiyormuş. Ben biliyorum demeyen, her kararını önce halkına
danışan Atatürk’ün sahip olduğu bu özelliği de aslında, Dünya liderleri
arasında da kendisini tartışmasız TEK ADAM yapan en değerli kozuydu…
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder