1 Ağustos 2017 Salı

HÜSRAN..

            İslam öncesi Arap dünyasının, pagan karmaşasının revizyonisti Hz. Muhammed neyse; yorgun Osmanlı Türk dünyasının emperyalist balyozu Atatürk de odur. Ehli Beyt vesayetinin sosyal adalet ruhunu, tasavvuf senaryolarıyla bütün bütün karartıp şirazesinden saptıran ve Allah ile aldatan Emevi haramilerini helak ederek var olan din simsarı Abbasiler de, Allah’ın askeri Türkler eliyle tarihten silinmişlerdir.

            Bugün ise Türk’ün adalet kılıcı dahi çeşitli fırkaların Vatikan İmamları önderliği ile gerçek İslam kimliğinden uzaklaşmış Arap dünyasını, helak olmaktan kurtaramayacaktır. Çünkü konu dünyevidir ve İslam dünyasını koruma endeksli salt bir Haçlı savunması olmaktan çıkmıştır artık.

            Endülüs’te raks mı, al sana raks. Bu dansın sonu da buzda kayan otomobil gibi ancak şarampolde biter. Ehli Beyt surlarının yıkıntıları altında inim inim inleyen Arap Dünyası, ikinci bir Hz. Muhammet dönemine şiddetle ihtiyaç duyar hale gelmiştir şimdilerde. Şayet Atatürk’ün ömrü vefa etseydi muhtemelen bu ihtiyaca da yeterli olabilecekti.

            Ve bu olabilseydi, sanal İslam adına kardeşkanları dökülmeyecek, insanî âlemin asalet anayasası olan Kuran, Ehli Beyt başlığı altında ve laik İslam’ın özeğini yansıtan iman vicdanında, değiştirilemez yerini yeniden alacaktı şüphesiz. İran’ın yürüdüğü yol belki biraz bunu amaçlamaktadır. Lakin bu yolun toplumsal disiplini sağlamak nedeniyle, anayasa gerekçeli halk idaresi olan laik Cumhuriyet yerine, şeriatla yürünmesi yanlıştır.

            Çünkü bu gidiş de, yeni bir Emevi, Abbasi veya çok daha beter bir aykırılıkla son bulacaktır sonuçta. Bu da total bir karşı devrim demektir özünde. İşte Atatürk Cumhuriyetinde, Devletin dini İslam’dır ifadeli anayasa maddesi de bu yüzdendir. Atatürk kuşkusuz bu sonucu da öngörmüştü. Laik, bağımsız, antiemperyalist, sosyal adalet timsali ve bilim ışığını asla söndürmeyecek olan İslam kendi özünde, ebediyete kadar başka türlü de nasıl korunacaktı ki.

            İşte bu dörtgene Atatürk gözüyle bakmanın önemi şimdi daha iyi anlaşılıyordur umarım. Yani rahmetli Atatürk; ‘alın size dinse din, vatansa vatan, kimlikse kimlik’ demişti yurttaşlarına. Ne ki kökleri dışarıda olan, uzaktan kumandalı bazı gafilleri yine de memnun edemedi. Yani ne yapsaydı, size daha ne verseydi bre ansızlar, akıl ve vicdan sefili sütü bozuklar.

            Şeriat, İslam dışı emperyalist bir senaryodur aslında. Ve uygulamacısının sonunu Emevi, Abbasi gibi hatta çok daha vahimiyle de getirebilir. Emperyalist maşası Firavunun oyununa gelip, ille de şeri disiplin diyorsan, önce bak etrafına. Neyin var neyin yok bunun hesabını bir de Kuran mukayeseli yap.

 İşte sana anayasanın değiştirilemez maddeleri ve adil Cumhuriyet savcılarıyla korunmuş, tam bağımsız, ilmî ve laik bir Ehli Beyt, yani sosyal adaletin aslı olan yeni bir Asrı Saadet. Allahtan daha başka ne istiyorsun. Yoksa belanı mı?

            Şimdi buraya da bir rubai inmeliydi herhalde:

            Aşkın sesi yankıyordu uzaktan
            Utanmazın avazı kucaklamıştı onu yalandan
            Birlikte meşk oldular
            Huşu içinde önümüzde secdeye yatan günler
            Bir yatsı ezanında muhtemel ki o son buluşmayı bekler

            Sen ben ve iri güller
            Söyle şimdi onlar neredeler
            Ben sen ve ilkelerimiz
            İpte asılı çamaşırlar gibiyiz
            Bil ki budur elde kalan tek bildiğimiz

            Tanın kızarttığı gökyüzü
            Suratıma şaşkınlıkla bakmadıkça
            Hüsran yok sayılır
            O buruk suratta yaşlı gözlerden damlalar akmadıkça
Ve ben hicrana hicran bana doymadıkça…

Sen, ben, onlar ve şimdi aramızda olamayanlar, hepiniz sağlık, esenlik ve huzurlu; ama hüsransız kalın.
           
                                                           Serendip Altındal



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder