İslam
öncesi Arap dünyasının, pagan karmaşasının revizyonisti Hz. Muhammed neyse; yorgun
Osmanlı Türk dünyasının emperyalist balyozu Atatürk de odur. Ehli Beyt vesayetinin
sosyal adalet ruhunu, tasavvuf senaryolarıyla bütün bütün karartıp şirazesinden
saptıran ve Allah ile aldatan Emevi haramilerini helak ederek var olan din
simsarı Abbasiler de, Allah’ın askeri Türkler eliyle tarihten silinmişlerdir.
Bugün ise Türk’ün adalet kılıcı dahi
çeşitli fırkaların Vatikan İmamları önderliği ile gerçek İslam kimliğinden
uzaklaşmış Arap dünyasını, helak olmaktan kurtaramayacaktır. Çünkü konu dünyevidir
ve İslam dünyasını koruma endeksli salt bir Haçlı savunması olmaktan çıkmıştır
artık.
Endülüs’te raks mı, al sana raks. Bu
dansın sonu da buzda kayan otomobil gibi ancak şarampolde biter. Ehli Beyt
surlarının yıkıntıları altında inim inim inleyen Arap Dünyası, ikinci bir Hz.
Muhammet dönemine şiddetle ihtiyaç duyar hale gelmiştir şimdilerde. Şayet
Atatürk’ün ömrü vefa etseydi muhtemelen bu ihtiyaca da yeterli olabilecekti.
Ve bu olabilseydi, sanal İslam adına
kardeşkanları dökülmeyecek, insanî âlemin asalet anayasası olan Kuran, Ehli
Beyt başlığı altında ve laik İslam’ın özeğini yansıtan iman vicdanında,
değiştirilemez yerini yeniden alacaktı şüphesiz. İran’ın yürüdüğü yol belki
biraz bunu amaçlamaktadır. Lakin bu yolun toplumsal disiplini sağlamak
nedeniyle, anayasa gerekçeli halk idaresi olan laik Cumhuriyet yerine, şeriatla
yürünmesi yanlıştır.
Çünkü bu gidiş de, yeni bir Emevi,
Abbasi veya çok daha beter bir aykırılıkla son bulacaktır sonuçta. Bu da total
bir karşı devrim demektir özünde. İşte Atatürk Cumhuriyetinde, Devletin dini
İslam’dır ifadeli anayasa maddesi de bu yüzdendir. Atatürk kuşkusuz bu sonucu
da öngörmüştü. Laik, bağımsız, antiemperyalist, sosyal adalet timsali ve bilim
ışığını asla söndürmeyecek olan İslam kendi özünde, ebediyete kadar başka türlü
de nasıl korunacaktı ki.
İşte bu dörtgene Atatürk gözüyle
bakmanın önemi şimdi daha iyi anlaşılıyordur umarım. Yani rahmetli Atatürk; ‘alın
size dinse din, vatansa vatan, kimlikse kimlik’ demişti yurttaşlarına. Ne ki kökleri
dışarıda olan, uzaktan kumandalı bazı gafilleri yine de memnun edemedi. Yani ne
yapsaydı, size daha ne verseydi bre ansızlar, akıl ve vicdan sefili sütü
bozuklar.
Şeriat, İslam dışı emperyalist bir
senaryodur aslında. Ve uygulamacısının sonunu Emevi, Abbasi gibi hatta çok daha
vahimiyle de getirebilir. Emperyalist maşası Firavunun oyununa gelip, ille de şeri
disiplin diyorsan, önce bak etrafına. Neyin var neyin yok bunun hesabını bir de
Kuran mukayeseli yap.
İşte sana anayasanın değiştirilemez maddeleri
ve adil Cumhuriyet savcılarıyla korunmuş, tam bağımsız, ilmî ve laik bir Ehli
Beyt, yani sosyal adaletin aslı olan yeni bir Asrı Saadet. Allahtan daha başka
ne istiyorsun. Yoksa belanı mı?
Şimdi buraya da bir rubai inmeliydi
herhalde:
Aşkın sesi yankıyordu uzaktan
Utanmazın avazı kucaklamıştı onu yalandan
Birlikte meşk oldular
Huşu içinde önümüzde secdeye yatan
günler
Bir yatsı ezanında muhtemel ki o son
buluşmayı bekler
Sen ben ve iri güller
Söyle şimdi onlar neredeler
Ben sen ve ilkelerimiz
İpte asılı çamaşırlar gibiyiz
Bil ki budur elde kalan tek
bildiğimiz
Tanın kızarttığı gökyüzü
Suratıma şaşkınlıkla bakmadıkça
Hüsran yok sayılır
O buruk suratta yaşlı gözlerden
damlalar akmadıkça
Ve
ben hicrana hicran bana doymadıkça…
Sen,
ben, onlar ve şimdi aramızda olamayanlar, hepiniz sağlık, esenlik ve huzurlu;
ama hüsransız kalın.
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder