Şayet
bir ön güvence verilmemiş olsa, Erdoğan’ın ağzı kulaklarında bir torba Saray
soytarısıyla Trump’ı ziyareti mümkün olabilir miydi hiç. Hoş oldu da ne oldu,
yalap şalap 20 dakikalık bir geyik muhabbetinden sonra somut, elle tutulabilir
hangi yeni bilgiye sahip olabildiniz ki. Boynu bükük, neredeyse ağlayan
gözlerle Trump’a bakarken çok şeyler dilenen Erdoğan’ı izleyince, eey Amerika’ya
ne oldu, yoksa bütün numaran bize miydi diye soruyor insan ister istemez.
Dönüşte iş ortağın Barzani’ye de altın kabzalı bir beylik silah getirseydin
bari makbule geçerdi.
İmam bildiğini okumaya devam
edecekti nasılsa ABD de, bizim ki de büyük iş başarmışlar edasıyla süslediği gülücükleriyle,
kafa sallamaya devam edecekti kuşkusuz yine. Nitekim öyle de oldu. Fazla
yıpratılmayacakları hususunda nasıl bir garanti verilmişti kendilerine kim
bilir.
Yoksa
göz göre göre sopa yemeye gider miydi ikircikli Hükümet erkânı oraya acaba? Aslında
Trump’a tam da bu günlerde, Erdoğangillerin sırtını sıvazlayıp idare etmekten
başka da bir alternatif kalmamıştı aslında. Yani Perşembeyi biliyorduk,
Çarşambadan. Ne ki bunu bile değerlendiremediler biraderler seviye
yoksunluğundan.
Lahey’lik terör suçlaması üstüne bir
de Referandum sahtekârlığı tavan yapmışken, ABD gibi Dünya İnsan Hakları
puntolu bir metayı temsil eden, böylesi bir kurgunun polisliğine(!) soyunmuş
bir ülkede ne işi vardı Erdoğan ve şeriklerinin. Şayet arada özel bir ittifak
yoksa. Bunu da bir sorun kendinize isterseniz şimdi bir zahmet. Tek yaptıkları,
çok uluslu ABD iş dünyasıyla güven tazelemek olmuştur muhtemelen. Çünkü 16
yılın özeğinde, ülkelerini ve ilkelerini satmaktan, vatandaşı borçlandırmaktan
başka da hiç bir becerileri olmamıştır ikircikli muhteremlerin.
ABD’ne
giderken kendisine adeta ihtar veren Putin’e rağmen yanardöner politikasına
devam eden Erdoğan nedeniyle, şimdi korkarım; ABD, Suriye’nin kuzeyinde oynaşırken,
Güneybatı hudutları ve Güneydoğumuz arasında ki Kürdistan’ı kurmak ise Ruslara
kalmış görünüyor. Ne ki o bölgeye İsrail giremez; ama Kemalist kulvardan ayrılacak
olursa da Türkiye ve bileşkesindeki NATO’ya karşı kalkan olarak kullanılır bu
bölge Ruslar tarafından o zaman.
Hâlbuki
Erdoğan ABD’ne gitmeseydi aslında mevcut durumda bir değişiklik olmayacaktı ve kendisi
daha da fazla itibar kaybetmeyecekti hiç olmazsa. Oysa şimdi tasarımdaki
Kürdistan cephesi birken iki oluyor böylece. Ayrıca bunu da otokritik torbamıza
atalım iki zahmet. Peki, bütün dertlerimizin simsarı Erdoğan ne diyor bu işlere
acaba.
Aslında o kadar gülünç durumdaydılar
ki. Bir de bu suratla ABD de Türkiye Cumhuriyetini temsil edeceklerdi. Ve sayelerinde
maalesef bizler de temsil(!) edilecektik. Oysa bizler ne yazıktır ki sadece
utanç içinde kaldık ve kendimizi bile temsil edemedik. Vah ki kocaman bir VAH!
Yüce Türkiye Cumhuriyeti, Genel Kurmayıyla birlikte bu hallere mi düşmeliydi?
Gerçek durumun vahametinde olmayan,
yayık ağızları kulaklarında soytarı suratlara bakınca, benim yüzüm kızardı
şahsen. Bizimkine mutlaka Trump tarafından ‘korkmayın gelin hoşça vakit
geçiririz. Nasılsa sorumluluklarınızın bilincindesinizdir ki bundan da hiç
şüphemiz(!) yoktur’ mealinde bir ön garanti verilmiş olduğu kesindir. Yoksa
hele de bir Erdoğan’ı aratsan da bulamazdın oralarda.
AB’nde, Fransa’nın yeni
Cumhurbaşkanı Macron karakteristiğiyle, küresel Siyonizm’in ivme kazanacağı
doğrultusunda görüşler yoğunlaşırken; Sosyal Devletçilik, Cumhuriyetçilik gibi
Ulusal müktesebatlar bileşkesinde bütün önemli yapı taşlarının ise ne kadar
hasar göreceği de ayrı bir merak konusu olmaktadır. Ve Tanrı Kralı bıraksın da,
önce 1789 Devrimiyle Ulusal Devletçiliğin mimarı olmuş Fransa’yı korusun demek daha
doğru olacaktır kendileri için bundan böyle.
AB’nde ki bu gelişme bize ne kadar
ve nasıl yansır. Şimdilik buna cevap verebilmek için ilk önce, başımızdaki
müstevli iktidardan nasıl kurtulacağımıza ve nasıl bir milli Hükümet
kuracağımıza yönelik, çıkış güzergâhına bakmamız gerekir. O yol ise şimdilerde güçlü
muhalefet yokluğundan yanık kokuyor. Bu durumda ve bir süreliğine bizde, fazla
bir siyaset paranoyası ya da hipertansiyon oluşmaz demek daha uygun düşüyor.
Yalnız Siyonist devşirmesi genç
Macron ile başlayan yeni dönem, bizde de yeni sloganlar yaratacak gibi
gözüküyor. CHP de % 99’lara cevap vereceği söylenen yeni Demokrasi
yaklaşımının; Demokrasinin bir emperyalist tuzağı olduğu perspektifinde, dünya
genelinde gerçekte % 60’ları bile kapsayamayacağı öngörülüyor. Çünkü her
toplumda ses getiren azımsanmayacak oranlarda asal veya rakipler tarafından manipüle
edilmiş aykırı karşıtların da olacağı bilindiğinde bu düşüncenin yeni; ama hayli
yorgun, yıpranmış ve sadece amaçlı bir Siyonist fanteziden öteye gitmeyeceği de
anlaşılıyor.
Hal böyle olunca da ana muhalefet CHP’nde
acilen Atatürkçü, altı oklu milli müktesebat özeği ile buluşan, beka sorunu
olmayan, emperyalistin ABD/İsrail Kürt oyunlarında sahne almayan; ama bütün
etnikçilere ve sosyal katmanlara da laik Atatürk Cumhuriyetinde bugüne kadar
olduğu gibi Türk Ulusu vatandaş bireyleri olarak yaşayabilecekleri, adil ve tam
bağımsız bir milli düzenin güvencesini vermek kalıyor sadece. Çünkü ancak bu
güveni sağlayabildiğinde, CHP’nin tekrar iktidar olabilmesi de kaçınılmaz
olacaktır.
Sosyalizmin, milliyetçi ve Devletçi Cumhuriyetçiliğin
ki buna dış dünya da dâhildir, mumla arandığı bu günlerde, yurdumu temsil
ettikleri söylenen birilerinin, ağızları kulaklarında, haramiler başı Trump ile
çektirdikleri resimlere baktıkça, içim kan ağlıyor. Ve bizatihen de çok iyi
biliyorum ki bu adamlar beni ve ülkemi asla temsil ediyor olamazlar.
Atatürk düşmanlığını psikosomatik
bir ruh bozukluğu olarak genlerinde taşıyan müptezellere, Türkçe dağarcığımda uygun
kelime bulamıyorum. Çünkü matematik dili Türkçemiz her şeye cuk oturan bir
karşılık bulduğu halde akıl ve erdem varlığı, bağlamında da Şeytan/Tanrı olan
insan evladının bu kadar seviye kaybına uğrayacağını düşünmek istememişti
herhalde.
Türkçemiz işte böylesine temiz,
kutsal, erdem ve bilim dilidir özünde. Erdem, hayâ, ahde vefa ve tüm insani
kutsal ögelerden yoksun salt menfaat bireyleri için, tarihte bile bu kadarına
rastlanmadığından, özel sayfalar yazılmamıştır Türkçemizde. Çünkü böylesi
ifadeler, muhteşem bir iletişim aracı olan, hatta birçok yabancı bilim adamları
tarafından da uzaylı dili olarak vasıflandırılan Türkçe de, abesle iştigal
kabul edilirler. Öyleyse böylesi asosyallerle, herhangi bir şekilde iletişim
kurmaya, onları bahse konu etmeye de ne gerek vardır…
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder