18 Mayıs 2017 Perşembe

AYKIRI GENLER..

           Şayet bir ön güvence verilmemiş olsa, Erdoğan’ın ağzı kulaklarında bir torba Saray soytarısıyla Trump’ı ziyareti mümkün olabilir miydi hiç. Hoş oldu da ne oldu, yalap şalap 20 dakikalık bir geyik muhabbetinden sonra somut, elle tutulabilir hangi yeni bilgiye sahip olabildiniz ki. Boynu bükük, neredeyse ağlayan gözlerle Trump’a bakarken çok şeyler dilenen Erdoğan’ı izleyince, eey Amerika’ya ne oldu, yoksa bütün numaran bize miydi diye soruyor insan ister istemez. Dönüşte iş ortağın Barzani’ye de altın kabzalı bir beylik silah getirseydin bari makbule geçerdi.

            İmam bildiğini okumaya devam edecekti nasılsa ABD de, bizim ki de büyük iş başarmışlar edasıyla süslediği gülücükleriyle, kafa sallamaya devam edecekti kuşkusuz yine. Nitekim öyle de oldu. Fazla yıpratılmayacakları hususunda nasıl bir garanti verilmişti kendilerine kim bilir.

Yoksa göz göre göre sopa yemeye gider miydi ikircikli Hükümet erkânı oraya acaba? Aslında Trump’a tam da bu günlerde, Erdoğangillerin sırtını sıvazlayıp idare etmekten başka da bir alternatif kalmamıştı aslında. Yani Perşembeyi biliyorduk, Çarşambadan. Ne ki bunu bile değerlendiremediler biraderler seviye yoksunluğundan.

            Lahey’lik terör suçlaması üstüne bir de Referandum sahtekârlığı tavan yapmışken, ABD gibi Dünya İnsan Hakları puntolu bir metayı temsil eden, böylesi bir kurgunun polisliğine(!) soyunmuş bir ülkede ne işi vardı Erdoğan ve şeriklerinin. Şayet arada özel bir ittifak yoksa. Bunu da bir sorun kendinize isterseniz şimdi bir zahmet. Tek yaptıkları, çok uluslu ABD iş dünyasıyla güven tazelemek olmuştur muhtemelen. Çünkü 16 yılın özeğinde, ülkelerini ve ilkelerini satmaktan, vatandaşı borçlandırmaktan başka da hiç bir becerileri olmamıştır ikircikli muhteremlerin.

ABD’ne giderken kendisine adeta ihtar veren Putin’e rağmen yanardöner politikasına devam eden Erdoğan nedeniyle, şimdi korkarım; ABD, Suriye’nin kuzeyinde oynaşırken, Güneybatı hudutları ve Güneydoğumuz arasında ki Kürdistan’ı kurmak ise Ruslara kalmış görünüyor. Ne ki o bölgeye İsrail giremez; ama Kemalist kulvardan ayrılacak olursa da Türkiye ve bileşkesindeki NATO’ya karşı kalkan olarak kullanılır bu bölge Ruslar tarafından o zaman.

Hâlbuki Erdoğan ABD’ne gitmeseydi aslında mevcut durumda bir değişiklik olmayacaktı ve kendisi daha da fazla itibar kaybetmeyecekti hiç olmazsa. Oysa şimdi tasarımdaki Kürdistan cephesi birken iki oluyor böylece. Ayrıca bunu da otokritik torbamıza atalım iki zahmet. Peki, bütün dertlerimizin simsarı Erdoğan ne diyor bu işlere acaba.

            Aslında o kadar gülünç durumdaydılar ki. Bir de bu suratla ABD de Türkiye Cumhuriyetini temsil edeceklerdi. Ve sayelerinde maalesef bizler de temsil(!) edilecektik. Oysa bizler ne yazıktır ki sadece utanç içinde kaldık ve kendimizi bile temsil edemedik. Vah ki kocaman bir VAH! Yüce Türkiye Cumhuriyeti, Genel Kurmayıyla birlikte bu hallere mi düşmeliydi?

            Gerçek durumun vahametinde olmayan, yayık ağızları kulaklarında soytarı suratlara bakınca, benim yüzüm kızardı şahsen. Bizimkine mutlaka Trump tarafından ‘korkmayın gelin hoşça vakit geçiririz. Nasılsa sorumluluklarınızın bilincindesinizdir ki bundan da hiç şüphemiz(!) yoktur’ mealinde bir ön garanti verilmiş olduğu kesindir. Yoksa hele de bir Erdoğan’ı aratsan da bulamazdın oralarda.


            AB’nde, Fransa’nın yeni Cumhurbaşkanı Macron karakteristiğiyle, küresel Siyonizm’in ivme kazanacağı doğrultusunda görüşler yoğunlaşırken; Sosyal Devletçilik, Cumhuriyetçilik gibi Ulusal müktesebatlar bileşkesinde bütün önemli yapı taşlarının ise ne kadar hasar göreceği de ayrı bir merak konusu olmaktadır. Ve Tanrı Kralı bıraksın da, önce 1789 Devrimiyle Ulusal Devletçiliğin mimarı olmuş Fransa’yı korusun demek daha doğru olacaktır kendileri için bundan böyle.

            AB’nde ki bu gelişme bize ne kadar ve nasıl yansır. Şimdilik buna cevap verebilmek için ilk önce, başımızdaki müstevli iktidardan nasıl kurtulacağımıza ve nasıl bir milli Hükümet kuracağımıza yönelik, çıkış güzergâhına bakmamız gerekir. O yol ise şimdilerde güçlü muhalefet yokluğundan yanık kokuyor. Bu durumda ve bir süreliğine bizde, fazla bir siyaset paranoyası ya da hipertansiyon oluşmaz demek daha uygun düşüyor.

            Yalnız Siyonist devşirmesi genç Macron ile başlayan yeni dönem, bizde de yeni sloganlar yaratacak gibi gözüküyor. CHP de % 99’lara cevap vereceği söylenen yeni Demokrasi yaklaşımının; Demokrasinin bir emperyalist tuzağı olduğu perspektifinde, dünya genelinde gerçekte % 60’ları bile kapsayamayacağı öngörülüyor. Çünkü her toplumda ses getiren azımsanmayacak oranlarda asal veya rakipler tarafından manipüle edilmiş aykırı karşıtların da olacağı bilindiğinde bu düşüncenin yeni; ama hayli yorgun, yıpranmış ve sadece amaçlı bir Siyonist fanteziden öteye gitmeyeceği de anlaşılıyor.

            Hal böyle olunca da ana muhalefet CHP’nde acilen Atatürkçü, altı oklu milli müktesebat özeği ile buluşan, beka sorunu olmayan, emperyalistin ABD/İsrail Kürt oyunlarında sahne almayan; ama bütün etnikçilere ve sosyal katmanlara da laik Atatürk Cumhuriyetinde bugüne kadar olduğu gibi Türk Ulusu vatandaş bireyleri olarak yaşayabilecekleri, adil ve tam bağımsız bir milli düzenin güvencesini vermek kalıyor sadece. Çünkü ancak bu güveni sağlayabildiğinde, CHP’nin tekrar iktidar olabilmesi de kaçınılmaz olacaktır.

            Sosyalizmin, milliyetçi ve Devletçi Cumhuriyetçiliğin ki buna dış dünya da dâhildir, mumla arandığı bu günlerde, yurdumu temsil ettikleri söylenen birilerinin, ağızları kulaklarında, haramiler başı Trump ile çektirdikleri resimlere baktıkça, içim kan ağlıyor. Ve bizatihen de çok iyi biliyorum ki bu adamlar beni ve ülkemi asla temsil ediyor olamazlar.


            Atatürk düşmanlığını psikosomatik bir ruh bozukluğu olarak genlerinde taşıyan müptezellere, Türkçe dağarcığımda uygun kelime bulamıyorum. Çünkü matematik dili Türkçemiz her şeye cuk oturan bir karşılık bulduğu halde akıl ve erdem varlığı, bağlamında da Şeytan/Tanrı olan insan evladının bu kadar seviye kaybına uğrayacağını düşünmek istememişti herhalde.

            Türkçemiz işte böylesine temiz, kutsal, erdem ve bilim dilidir özünde. Erdem, hayâ, ahde vefa ve tüm insani kutsal ögelerden yoksun salt menfaat bireyleri için, tarihte bile bu kadarına rastlanmadığından, özel sayfalar yazılmamıştır Türkçemizde. Çünkü böylesi ifadeler, muhteşem bir iletişim aracı olan, hatta birçok yabancı bilim adamları tarafından da uzaylı dili olarak vasıflandırılan Türkçe de, abesle iştigal kabul edilirler. Öyleyse böylesi asosyallerle, herhangi bir şekilde iletişim kurmaya, onları bahse konu etmeye de ne gerek vardır…

                                                                       Serendip Altındal


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder