Birinci
Dünya Harbi sonrasında, fikren emperyalist bir genelge olan ve BM tarafından resmen
tatbikata konulan Wilson’un Cemiyeti Akvam tasarımı içinde, Türk yoktu. Çünkü
bugün de aynı olan o taş kafaya göre, Anadolu bir sömürge toprağıydı, bir
zamanlar da Kızılderililere yaptıkları gibi Türkler oradan atılmalı ve her
açıdan zengin o topraklar, sadece emperyalist ari(?) kan emiciler tarafından
paylaşılmalıydı.
Hırsızlık
babadan evlada geçtiği nedeniyle, işte bugün de o kafaların torunları aynı
görüşlerin sahibidirler. Ve Kurtuluş Zaferimizi inkâr edememelerine rağmen, birisi
Çanakkale de olmak üzere arka arkaya iki muhteşem Türk tokadı yedikleri
zaferlerimizi, mimar Atatürk ile birlikte, bir türlü hazmedememelerinin de
temelinde yatan ana neden budur.
Ne var ki ne Çanakkale de ne de İstiklal
Savaşımızda karşımızda ABD yoktu. O günlerin şartları gereği olamazdı da. Çünkü
o dönem baş patron İngiltere’ydi ve o da eğip, bükerek kitabına uydurdukları müşterek
soyguna bir de yeni palazlanmaya başlayan ABD’yi ortak etmeyi elbette
düşünmüyordu. ABD ise bende varım edasıyla hariçten gazel okuyup, ambiyans
cilalayarak uzaktan; ama dolaylı olarak, olup bitene sözde müdahil oldu.
Şimdilerde ise her şeyin kontrolünde
olduğunu iddia eden amiyane duruşla ve tek patron cilasıyla arzı endam etmektedir.
O dönemlerin diğer sırmakeşlerine, ağır toplarına ise, şimdi konu mankenliği
kaldı sadece. Madem işler böyle oldu, o halde yeni istiklal tokadımızın
suratında patlama sırası da artık ABD ye gelmiş oluyor demektir.
Bilahare onu da karşımıza alıp
haddini bildirmek, hem Kızılderili atalarımızın açık kalan hesabını kapatmak
hem de seriyi tamamlamamız adına bize katma değer sağlayacaktır şüphesiz. Hele
de önümüzdeki aydınlık geleceğimize dev bir adımla başlamak, bütün eski
hesapları kapatmak ve bize yedirdiği kazıkları da kendisine geri yedirmek istiyorsak.
Öyleyse şimdi bütün iş, IŞİD, PYD, PKK ve diğer sözde Müslüman hırpaniler vb. bütün
paralı askerlerinin arkasına saklanmak yerine; kendisini resmi üniforması
içinde cepheye (düelloya) davet etmek üzere, mazlumların toprağına girerken hep
yaptığı gibi de, bizatihi yeteri kadar provoke etmeye kalıyor artık dostlar. Öyle
ya yetti garı, hep biz mi provoke olalım.
Laf
aramızda; ama pek umudum da yok. Zira bu tuzağa gelmeyecek kadar uyanıktır
kendileri. Ne var ki gidişatı da o doğrultudadır. Çünkü “illaki kör parmağım”
diye tutturuyor. Nuh diyor peygamber demiyor. Yani Coni Volkır da itidal,
mitidal kalmadı artık anlayacağınız. Şayet iyice köşeye sıkışıp da çaresiz
kalınca, bakarsın o da küfeyi devirebilir, kim bilir. Hep biz devirecek değiliz
ya…
Farklı parametrelerle arka arkaya
kurgulanan sahnelerin oluşturduğu bir polisiye dizide, izleyicilerin kafalarını
karıştırmak ve sonucu gizlemek adına çeşitli akıl oyunlarını ardı ardına
dizinleyebilirsiniz. Farklı yollardan hep aynı sonuca da ulaştırabilirsiniz izleyiciyi.
Sonuç yatırımcı açısından hep daha fazla kậr sağlamak, oyuncular açısından ise kişisel
kazançlarının dışında, en ikna edici rol yeteneklerini sergilemek olur hep.
Bugün emperyalistin kendi ömrünü
uzatmak adına son çare olarak sarıldığı terör kurgusu da böyle bir polisiye
dizidir aslında. Sonuç kurgucu adına hep maddi kazancı sıfırlamamak, oyuncular
adına da ideal edinmek üzere yönlendirildikleri konularda, görevlerini ifa
ettiklerine inanmaktır sadece. İşte yine aynı bağlamda, kafasının içindeki
beyin daha önceden uçurulmuş olan bir vücut, İstiklal caddesinde patlayıverdi
ve beraberinde bazı günahsız insanları da birlikte götürdü, gittiği bilinmeze
yine.
a- Bu son patlamaya göre de kaynağı
olan IŞİD, AKP Hükümetinin de dolaylı olarak beslemesi olduğu halde, ne demeye
çalışıyor. Yoksa o da canından bezdi de, himaye gördüğü Hükümeti devirip, kendisini
patlatacak bir milli hükümet mi kurulsun istiyor acaba?
b- Canlı bomba, İsrail turist
gurubunun arasında patladığına göre, ülkemizde ki terör olaylarında İsrail
parmağı yoktur algısı yaratarak, bizim de buna inanmamızı mı istiyor acaba?
c- ABD, zamanlı ve mekânlı isabetli
terör ihbarlarıyla, adeta parmağını gözümüze sokup, “fail benim, ne dediysek o”
mu demek istiyor acaba?
d- Madem özgün (bağımsız) İslam
terörü vardı da, ABD ve AB de terör neden durdu. İstihbaratları çok iyi olduğu için
mi? Öyleyse bomba adaylarını neden telef etmiyorlar da bizde katliam yapsınlar
diye bekliyorlar acaba?
e- Yurtlarından koparıp Avrupa
yollarında telef eden ve sahiplenmek istemedikleri BOP göçmenlerini, şimdi bize
kakalayanlar, bunların içinden muhtemelen de kaçını yarın yine bize karşı, yeni
federe saatli bombalar olarak kullanmaya hazırlanıyorlar acaba?
Böyle arka arkaya sıralayacağımız
tutarlı, tutarsız o kadar soru bulabiliriz ki, hani mantık aramaya bile gerek
kalmaz. Amaçları esasen mantıksızlıkla, çözümsüzlüğü parat tutmak. Yani
çözümsüzlüğü kasıtlı vurgulayarak, ana korkuları olan Türk Ulusunu yıldırmak ve
ortak çözüme zorlamak. İşte bütün mantıksızlığın, hipotez mantık doğrultusunda
yoğunlaşarak ortaya çıkardığı, sentez mantık da budur işte.
Yani herifler, “nereden alırsanız
alın tek çözümünüz; istediğimiz federe Kürt Devleti bileşkesinde bizimle çözüm
masasına oturmaktan geçiyor” diyorlar. Allah, Allah pekiyi bunu da o masaya beraberce
oturup yiyelim mi şimdi yani. Bak şu Allah’ın işine sen, ne günlere kalmışız.
İyi de bütün bunlara ABD uşaklığı ile işleri bu batağa taşıyıp, şimdi de çamura
saplanan Ankara da ki Hıyarovski ne diyor. Hangisi diye sormayın. Bu bağlamda
yeteri kadar mebzul AKP taifesi içinde, ölçüye uygun bir Hıyarovski bulursunuz
nasıl olsa. Hepsi de aynı tulum beden değil mi zaten...
Serendip
Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder