Türkiye’mizde artık siyaset bitmiştir. Bir tarafta vatana hıyanet ve
delalet içinde olan müstevliler, diğer yanda onu kanlarının son damlasına kadar
savunmaya kararlı ahde vefa tutkunu vatan evlatları vardır. Her ne kadar
renkler ve zevkler münakaşa edilemezlerse de; mesele artık senin siyasi
görüşün, benim siyasi görüşüm olmaktan çoktan çıkmıştır. Zaman artık tarafın açık ve seçik ortaya konma zorunda olunduğu
zamandır.
Bugün
Vatana ihanet içinde olanlar, karşılarında şimdilik sadece fikir mücadelesi
yapan vatandaşlarını bulmakta iseler de, bunun ne kadar daha böyle devam
edebileceğini, sular ısındıktan sonra nelerin olabileceğini kestirebilmek de
mümkün değildir. Bugün sadece fikir mücadelesi verenler, yarın onların mutlaka
kaderleri de olacaklardır. Kendileri de bu durumun hiç kuşkusuz ki
farkındadırlar. Ne var ki, ana baba günleri sessiz, derinden; ama haşin ve
kararlı yaklaşmaktadırlar yavaş, yavaş.
Datça
erguvanları arasında dün gece, zihnimi kucaklayan Asena'nın mehtabını, tan ile
öpüştürürken, bu tespitler beynimi mıncıklıyorlardı işte. Hüzün mü, elem mi ya
da yüreğimi kavuran hırs mı veya tümünün sentezinde içinde hapsolduğum ruh
haletimiydi, beni böyle huzursuz eden Tanrım. Oysa kendi adıma hanidir, huzuru
da tarif edemez olmuştum. Tek mutluluğum, beraberimdekilerin de aynı görüşleri
paylaşıyor olmalarıydı. Yoksa bu acayip mental kargaşa olmamalıydı şüphesiz ki
yeni huzurum.
Binlerce
yıl önce, şu an bunları terennüm ettiğim noktadan, bugün Avrupa denilen taş
devrinin ilkel toprak parçasını, medeniyetleriyle buluşturmak üzere deniz
yolcuğuna hazırlanan atalarımız da, belki de aynı düşünceleri, Gök tanrılarıyla
aynı mehtapta paylaşmışlardı, bunu kim bilebilirdi ki. Ve bir anda içimde, uzay
zaman tüneline girip, o günlere uzanabilmeyi mümkün kılabilecek tarifsiz bir
arzu uyandı. Hele de bir zamanlar Ankara’ya mermi taşıyan kağnıların sessiz
çığlıklarını, kağnıları süren Amazonların fısıltılarını, yakamozların süslediği
şu tarihi sahilde dinliyorken.
KISACA...
Günahsız,
erdemli insanların, bilhassa da bunlar gazeteci, yazar ve tefekkür insanları
iseler, tutuklanmalarını kimse istemez veya bunu ancak sapkınlar arzu eder. Ne
var ki AKP zindanlarında bu kadar gazeteci ve yazarımız boşu boşuna
çürütülüyorken, bir TRT gazetecisinin de Mısırda tutuklanmış olması, acaba
arada empati oluşturulması bağlamında özellikle yaratılmış bir nedene sahip
olabilir mi?
Emperyalist
lejyonerlerinin, Suriye ordusunun hem de BM gözlemcilerinin bulunduğu bir
ortamda kimyasal silah kullandığı gerekçesiyle, acemice yaptığı çocuk katliamı provokasyonuna,
ki bu katliamı aslında kendi çetelerinin yapmış olabileceğine duyarsız
kalırken, diğer yanda "Kimyasal silah kullanıldı diyemiyoruz" deme
akılcılığını gösterirken, BOP başarısızlığının geç de olsa farkına vararak
günah çıkarıyor pozuna yatan ABD, acaba yeni kumpaslara hazırlık yapıyor
olabilir mi?
Ya
Erdoğan'ın yandaş medya kanalını ağlama duvarı gibi kullanmasına ne demeli.
Yoksa yeni seçim stratejisi bağlamında, çakma nedenlere sulu gözlü çakma
yaklaşımın altında, acaba artık acıtmaya başlayan kendi hal i pür melalinin
gerçek hüznü de yatıyor olabilir mi?
Kılıçdaroğlu'nun
Irak ziyaretinin, parti bünyesindeki analizinden sonra elde edilecek olan
izlenimler, yenisine mi, yoksa bizim olan eski CHP kanadına mı faydalı
olacaklar acaba?
Mühendislerimizin
TÜBİTAK liderliğinde, x-ray teknolojisindeki üstünlükleri, sahipsizlik, daha da
doğrusu devletsizlikten ötürü, acaba; ama Allah korusun, çocuklarımızın yeni
intiharlarını(!) da beraberinde getirir mi?
Serendip Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder