23 Ağustos 2013 Cuma

KISACA..

Türkiye’mizde artık siyaset bitmiştir. Bir tarafta vatana hıyanet ve delalet içinde olan müstevliler, diğer yanda onu kanlarının son damlasına kadar savunmaya kararlı ahde vefa tutkunu vatan evlatları vardır. Her ne kadar renkler ve zevkler münakaşa edilemezlerse de; mesele artık senin siyasi görüşün, benim siyasi görüşüm olmaktan çoktan çıkmıştır. Zaman artık tarafın açık ve seçik ortaya konma zorunda olunduğu zamandır.
            Bugün Vatana ihanet içinde olanlar, karşılarında şimdilik sadece fikir mücadelesi yapan vatandaşlarını bulmakta iseler de, bunun ne kadar daha böyle devam edebileceğini, sular ısındıktan sonra nelerin olabileceğini kestirebilmek de mümkün değildir. Bugün sadece fikir mücadelesi verenler, yarın onların mutlaka kaderleri de olacaklardır. Kendileri de bu durumun hiç kuşkusuz ki farkındadırlar. Ne var ki, ana baba günleri sessiz, derinden; ama haşin ve kararlı yaklaşmaktadırlar yavaş, yavaş.

            Datça erguvanları arasında dün gece, zihnimi kucaklayan Asena'nın mehtabını, tan ile öpüştürürken, bu tespitler beynimi mıncıklıyorlardı işte. Hüzün mü, elem mi ya da yüreğimi kavuran hırs mı veya tümünün sentezinde içinde hapsolduğum ruh haletimiydi, beni böyle huzursuz eden Tanrım. Oysa kendi adıma hanidir, huzuru da tarif edemez olmuştum. Tek mutluluğum, beraberimdekilerin de aynı görüşleri paylaşıyor olmalarıydı. Yoksa bu acayip mental kargaşa olmamalıydı şüphesiz ki yeni huzurum.
            Binlerce yıl önce, şu an bunları terennüm ettiğim noktadan, bugün Avrupa denilen taş devrinin ilkel toprak parçasını, medeniyetleriyle buluşturmak üzere deniz yolcuğuna hazırlanan atalarımız da, belki de aynı düşünceleri, Gök tanrılarıyla aynı mehtapta paylaşmışlardı, bunu kim bilebilirdi ki. Ve bir anda içimde, uzay zaman tüneline girip, o günlere uzanabilmeyi mümkün kılabilecek tarifsiz bir arzu uyandı. Hele de bir zamanlar Ankara’ya mermi taşıyan kağnıların sessiz çığlıklarını, kağnıları süren Amazonların fısıltılarını, yakamozların süslediği şu tarihi sahilde dinliyorken.

KISACA...

            Günahsız, erdemli insanların, bilhassa da bunlar gazeteci, yazar ve tefekkür insanları iseler, tutuklanmalarını kimse istemez veya bunu ancak sapkınlar arzu eder. Ne var ki AKP zindanlarında bu kadar gazeteci ve yazarımız boşu boşuna çürütülüyorken, bir TRT gazetecisinin de Mısırda tutuklanmış olması, acaba arada empati oluşturulması bağlamında özellikle yaratılmış bir nedene sahip olabilir mi?

            Emperyalist lejyonerlerinin, Suriye ordusunun hem de BM gözlemcilerinin bulunduğu bir ortamda kimyasal silah kullandığı gerekçesiyle, acemice yaptığı çocuk katliamı provokasyonuna, ki bu katliamı aslında kendi çetelerinin yapmış olabileceğine duyarsız kalırken, diğer yanda "Kimyasal silah kullanıldı diyemiyoruz" deme akılcılığını gösterirken, BOP başarısızlığının geç de olsa farkına vararak günah çıkarıyor pozuna yatan ABD, acaba yeni kumpaslara hazırlık yapıyor olabilir mi?

            Ya Erdoğan'ın yandaş medya kanalını ağlama duvarı gibi kullanmasına ne demeli. Yoksa yeni seçim stratejisi bağlamında, çakma nedenlere sulu gözlü çakma yaklaşımın altında, acaba artık acıtmaya başlayan kendi hal i pür melalinin gerçek hüznü de yatıyor olabilir mi?

            Kılıçdaroğlu'nun Irak ziyaretinin, parti bünyesindeki analizinden sonra elde edilecek olan izlenimler, yenisine mi, yoksa bizim olan eski CHP kanadına mı faydalı olacaklar acaba?

            Mühendislerimizin TÜBİTAK liderliğinde, x-ray teknolojisindeki üstünlükleri, sahipsizlik, daha da doğrusu devletsizlikten ötürü, acaba; ama Allah korusun, çocuklarımızın yeni intiharlarını(!) da beraberinde getirir mi?

Serendip Alndal



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder