28 Ağustos 2013 Çarşamba

ANLAYAMAMA AYIBI..

Bugün Erdoğan’ın, bir zamanlar dost veya en azından diplomatik partner olarak tanımladığımız ülkelerin dış işleri tarafından, apolitik jargonla eleştirilip, yerden yere vurulmakta olduğunun asıl nedenini hiç merak ettiniz mi? Koca Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, kocaman bir Sultan-Başbakanı(!), diğer ülkelerin daha düşük statüde ki sıradan bakanları veya devlet sözcüleri tarafından sürekli aşağılanıyor.  Bu hallere mi düşecektin(!) Sultan.

Bir vesileyle, hemen devireceğini iddia ediyorken; “Türkiye gibi bir ülkenin birkaç Dolar yem atılarak yönetilmesi çok acı” tespitini, bizimkinin suratına çarparcasına savuran Esad’ın aşağılaması, diğerlerini de bastırdı. Ne ki bizim dayıdan tık yok. Ya, işte böyle! Evrensel diplomasi, birkaç numara yüksek gelir adama ve Gezi parklarında, sadece özgün birey olabilme haklarını savunan çoluk çocuğa dayılık yapmaya da hiç benzemez.

Ki bu durum ülkemizi de maalesef, tarihinde hiç olmadığı kadar aşağılıyor. Oysa işi buraya kadar getiren şu meşhur neden o kadar açık ki. Çünkü kendisi alt yapısız, cahil, her salataya maydanoz ve üstüne üstlük, işgal ettiği, devletin en sorumluluk isteyen pozisyon’unun gereklerine rağmen, okuma özürlü bir Âdemoğludur.

 Hoş okuduğunu anlayabilecek düzeyde midir? Bu da ayrı bir konudur. Sadece şişirme, dayatma - ki bu sayfaları dolduranların da kimlikleri, alt yapıları, devlet bürokratı deneyimleri sorgulanmalıdır, çünkü kılavuzu karga olanın… - prompterin dijital sayfalarının önünde, kahvehane meddahı ambiyanslı, iyi rol kesen bir zat ı muhteremdir kendileri sadece. Erdoğan gerçeği işte bu kadarcıktır ve şişirme bir balondur aslında. Varsın tiranlığı onun olsun, mevta çanı çalıncaya kadar da tepe tepe hayrını görsün.

            Bunları neden yazdım. Çünkü diplomasi ince bir iştir, bilhassa da bu muhteremin kendi abiye ifadesi de temel alınırsa, ‘Monşerler, Mösyöler, Lordların’ işidir. Hele 21 Yüzyılda Erdoğan standardında bir siyasetçinin(!),  hem de Atatürk’üyle Türk Mucizesi yaratmış ve haşmetli tarihine en son noktayı da koymuş, Türkiye Cumhuriyeti gibi bir büyük devletin başında, uzak ara bile işi, yeri ve gereği olamaz.

Kendisine bir tavsiyede bulunursak; Cumhuriyet Tarihinin bilhassa da Lozan bölümünü detaylı okusun. Orada her fırsatta aşağılamaya çalıştığı İsmet İnönü gibi hem kumandan, hem de büyük bir diplomat’ın Lord Kurzonlar takımı karşısında, uzun ve çok tartışmalı müzakerelerin sonunda, nasıl ikinci bir kurtuluş savaşı kazandığını, daha doğrusu savaşın aslında, karşılıklı imzalar atıldıktan sonra Lozan da kazanılmış olduğunu anlamaya çalışsın.

Şayet Lozan da kazanmamış olsaydı, İnönü Sakarya Zaferinin de aslında bir kıymeti harbiyesi olamazdı. Dolayısıyla İnönü hem göğüs göğse hem de masada elde edilen iki zaferi de kazanmış ender bir komutandır. Hakkını vermezsek, ahde vefa sahibi değiliz demektir. Dahi Atatürk de Lozan’a işte bu sebeplerden dolayı bizatihen İnönü’yü yollamıştır zaten.

Saygın devlet adamlığı her şeyden önce, takım çalışması gerektirir. Çünkü gerçek devlet lideri, her şeyi bildiğini ve tek adam olduğunu asla iddia etmez. Ne zaman tek adam olması gerektiğini de, gerektiği zaman bilir ve liderliğinden de asla taviz vermez. Tıpkı Atatürk’ün daha milli hareketin başında, meclisinden kumandanlığın yanında, tek devlet adamlığı kanun yetkisini de talep ettiği gibi. Şayet bunu yapmamış olsaydı, bırakın Lozan’ı, Türkiye Cumhuriyeti adlı bağımsız bir Türk devleti de bugün olmayacaktı yeryüzünde.

Ve çok iyi bilinsin ki savaşlar sadece ‘Allah, Allah’ diye saldırıp, düşmanı saf dışı bırakmakla kazanılamaz. Esas savaş aslında, diplomatların başarılarına göre kazanılmış veya kaybedilmiş sayılır. İşte Mustafa Kemal’in ve İsmet İnönü’nün iyi bildiği; ama Erdoğan gibilerin asla bilmediği ve anlayamayacağı gerçek de budur. İşte saygın devlet adamlığı da böyle bir şeydir esasen. Ayrıca ABD’nin hiç silah kullanmadan; ama kendisini kullanarak, sadece diplomasiyle koca Türk Ordusunu nasıl saf dışı bıraktığı gerçeği de, bizatihen yaşadığı en taze misaldir aslında.

Hoş, Türk evladının, er’i, Amazonuyla milis olduğunu nasıl biliyorsak, askerinin ve sivil güvenlik güçlerinin de bu milislerin çocukları olduğunu, asla aklımızdan çıkarmamalıyız. Öyle ya! Kim derdi ki; ihtiyar delikanlı gibi gözüken Internet gençliği, kanındaki öğelerin ivmesiyle birden bire ayaklanacak ve parklarda, bahçelerde emsalsiz bir ihtilal başlatacaktı.

Muhteşem tarihi gizemini, genlerinde barındıran Türk evladının Pandora kutusunda, önceden tanımadığımız, bilemediğimiz daha ne sırlar vardır kim bilir. Ki o kutu bir açılmaya görsün. Şimdi Erdoğan’ın gerçek kimliğini bu perspektiflerden, daha iyi sorgulayabilirsiniz artık. Yani lafı fazla dolaştırmaya gerek yok. Konu bu kadar basittir aslında.


§ Mudanya Mütarekesi:
İ. İnönü, Hatıralar, 2. c, s.28.
Giderek alışır ve saygı duyarlar. İsmet Paşa büyük zafer kazanmış bir cephe komutanıydı. Karşısındaki generallerin hiçbirinin ciddi bir askeri başarısı yoktu. İsmet Paşa'nın başkanlığına razı olmalarının bir nedeni de İsmet Paşa'nın bu tartışılmaz üstünlüğüdür. İsmet Paşa iyi Almanca ve Fransızca biliyordu. Mudanya'nın bir önemi de Mondros Ateşkes Anlaşması'na dayanılarak işgal edilmiş olan Çanakkale ve İstanbul'da işgalin sınırlarının da saptanacak olmasıdır. Mudanya Anlaşması ile sınırları belirlenen işgalin, barış antlaşmasının imzasına kadar devam edeceği Müttefiklere kabul
ettirilmiştir (T. Bıyıklıoğlu, Trakya'da Milli Mücadele, 1. c, s.446, 455).

Lozan Mütarekesi:
Baş delege olarak İngiltere'yi Dışişleri Bakanı Lord Curzon'un temsil edeceği belli olmuştu. Lord Curzon'un varlığı hepsini düşündürdü. Tipik bir Türk düşmanıydı. İstanbul'un Türklerin elinden alınması için çok gayret göstermiş, Doğu Trakya'nın Yunanlılara verilerek Türklerin Avrupa'dan ayağının kesilmesini istemiş, Lloyd George'un izinde bir siyasetçiydi. Büyük Taarruz'dan önce savaşsız barış amacıyla Londra'ya yollanan Fethi Bey'i kabul etmemek kabalığını göstermişti.  (Cumhuriyet Türk Mucizesi – Turgut Özakman)


Yukarda içeriklerinden kısa alıntılar verdiğim yapıtları biraz karıştırıp, şayet okuduğunu da anlayabilirse, yakın dış dünyasında, bugünün ucuz siyasetçilerinin bile karşısında ne kadar acınası durumlara düştüğünü anlama ve yüzü kızarma şansını da yakalayabilmiş olacaktır. Ve şayet yüzü, yalnızken – ki başka türlü kızarması mümkün değil - aynaya baktığında kızarabiliyorsa,  belki kendisinde hala ümit var diye de düşünebilir aramızdaki bazı ultra iyi niyetliler. Ama kendi adıma teşekkür ederim, bana bu kadarı çok fazla, daha fazlasını ben almayayım.

Başlarına yeni bitme çakma Sultanı da koyarak, ülkemde ve dış dünyada lider olduğunu sananların topunu, o aziz rahmetlilerimizle mukayese ettiğimde sadece; ama derinden bir ah çekiyorum AAAH! İşte yeni Runik yazımızın şifresi budur. Ve artık özümü bekliyorum.

Şimdi sizde duyabiliyor musunuz? Şerefli tarihinizin yiğit mezarlarından sessizce haykırarak yankıyan ve beni her gece sabaha karşı, silkeleyerek uyandıran o gizemli çağrıyı, Emmioğullarım ve AMAZONLARIM. Siz anladınız işte…
Serendip Altındal



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder