10 Nisan 2013 Çarşamba

SİLİVRİDEYDİK..

            Anavatanında, yüreği vatan sevgisiyle dolu olmaktan başka bir suçu(!) olmayan yaşlı ve gençlerden oluşan homojen bir kadro halinde bugün Silivri’deydik. En duygusal içtenliğimizle, bütünleşik bir vatandaş sarmalı oluşturarak, neden içerde olduklarını bile bilmeyen günahsız yurttaşlarımıza biraz moral olabiliriz diye düşünürken, birden ne olduğumuzu bile anlayamadan kendimizi, bir kancık ortamın içinde buluverdik. Bir anda çevremizde patlayan gaz bombalarında rüzgâr altı kalanlarımız, insanın insana böyle bir şerefsizliği, cibilliyetsizliği yapabileceğine bile ihtimal vermeyenlerimiz de dâhil olmak üzere, ayırımsızca yayılan gazın gazabına uğradılar.
            Bunların içinde bende vardım. 70 li yaşlarımın baharında, hayatımda ilk kez sömürgeci gazının biberli tadından nasibimi aldım. Gaz dumanı sizi yakaladığı zaman, ilk önce gözleriniz hışmına uğruyor. Yanıp kızarıyorlar ve zorunlu olarak ağlamaya başlıyorsunuz. Aynı anda ciğerleriniz yanıyor, nefes alamıyorsunuz, beraberinde ise titriyor, ayaklarınız tökezliyor ve sinirleriniz paralize oluyor. Bu durum 10-15 dakika kadar sürüyor. Şimdi; "Daha sürseydi bari!" dediğinizi duyuyor gibiyim. Çünkü ilk düzelme belirtilerinde, bende öyle dedim.

            Yağmur altında yeni ekilmiş tarlaların içine doğru kaçışırken, zorunlu olarak düşüp birde üstüne çamur banyosu yapmak zorunda kalan ve utancından değil de, bilakis hırsından ağlayan yaşlı başlı adam ve kadın görüntülerinden yansıyan, hazin insan manzaraları, daha da bir dokunaklıydı. Hey tanrım, nedir bu insanlarımızın günahı diye üst kattakine serzenişte bulunurken, diğer yandan, 'yazık ve vatanım seni çok ihmal etmişiz' diye de söyleniyordum, kendi kendime.
            Ayrıca en önde, geneli gençlerimizden oluşan ve yakın cephenin içinde olamadıkları halde arkada destekleyen, olgun kadınlı erkekli topluluğun arasına o gaz bombalarını savurmanın âlemi neydi. Onu da biz söyleyelim. Rüzgâr, dumanı kendilerine savurduğu için, kendi kıçlarını kurtarmak amacıyla arkada ki bizlerin üstüne fırlattılar. Pekiyi ulan besmelesiz fırlamalar; geçtikte biberinden, ya metal parçalar hiçte hak etmeyen günahsız insanları sakatlasaydı, hesabını nasıl verecektiniz.
            Fatura, sizlere ancak emperyalist köpekliğini layık gören başınızdaki amirleriniz bir şekilde yakalarını kurtarırken, içinizden hangi gariplere yazılacaktı acaba? Ve işte özellikle de siz genç polisler, yaşıtlarınız sizlerin de çalınan geleceklerinizi hayatları pahasına göğüsleyip, sorgularken, hiç mi utanıp sıkılmadan onların, sizler için de okuyup, sorgulayan asil gözlerinin içine biber gazlarını sıkıverdiniz. Hele akranları başka yerlerde çoğunlukla da lüzumsuz işlerle uğraşırken, kendisi kızarmış gözlerinde ki yaşlarıyla 'tam gözümün içine sıktı amcam', diyen delikanlının saçlarını okşayıp, kendisini kalbime sokmayı düşünürken, benim de gözlerim daha gazı yemeden önce yaşarmışlardı.

            Ya sen, sonu artık iyice yaklaşan Tayyip efendi, bu gidişle Türk’üm diyemediğin ülkende, mezar yeri bile bulamayacağın kesin de, son bomban da elinde patlamadan önce, muhtemelen sığınacağın ve içinde hepinize yer olan, Amerikalı imamın çiftliğine de fazla güvenme. Unutma ki Amerikalı sahibin, yenisini hazırlamadan önce, akamete uğrayanını unutturmak adına, elinde parat bir proje her zaman bulundurur. Şansına artık ne getireceği de önceden bilinemez. Biz hatırlatalım da. Yani sözün özü; patronun senden ümidi kestiğinde, senden nasıl kurtulacağını(!) asla bilemezsin. Ki süratle o noktaya doğru da koşturuyorsun. Ha bu arada sence en önemli noktayı da atlamadan geçmeyelim. İbretlik(!) akil adamcıklarını sahaya saldıktan sonra, başkanlık(!) artık iyice hayal oldu sana! Zira klavuzu karga olanın, gerisi ne olur, onu da kulağına sevgili danışmanların fısıldayıverirler belki.

            Aşağıya, Silivri anısına beraberimde getirdiğim metal bombanın resmini koyuyor ve yarın tarihin sayfalarında ibretlik bir anı olarak yerini alacağına inancımı da belirtmek istiyorum. Resimde bombayı Ataya uzatıp durumu şikayet ediyordum aslında. “Bak Atam, ne hale getirdiler bizi” diye. Ne var ki, bunu yaparkende haksız olduğumu biliyorum. Ne yapsaydım, vatandaş derdimi kime şikayet etseydim. Yüce Atatürk’ün seviyesine bile yaklaşabilen bir adam yok ki bugünün Türkiyesinde. En azından ortada görünenlerin arasında yok. Ama görünmeyenlerin arasında yeteri kadar çıkabileceğine de inanıyorum.
Tabii biz Silivride bu sıkıntıları yaşarken, Kasımpaşalı Tayyib’in bile dudağını uçuklatacak türden, eski Tophane jargonuyla, alayına savurduğum gamotolardan bahsetmeye, bilmem gerek kalıyor mu? Çevremizdeki hanımlar, cephe kardeşlerimiz olan AMAZONLARIMIZDILAR aslında, hele gazı yedikten sonra, hiç de bizden aşağı kalmayan gamotalarını bir duymalıydınız, ilk defa gelenleri bile coşkuyla, her fırsatta beraber olacaklarına ant içtiler.

            Silivri’de ne mi oldu? Biriken ve aslında tükürseler bile boğacakları bir azınlık tarafından gazlanan onbinler, her fırsatta bir araya geleceklerine ant içerek Ulusal cepheyi çok daha perçinlediler. Bizim gibi, daha AKP iktidar olurken bugünleri aynen görebilen mütevazı bir azınlık ise, neden sonra tüm ulus tarafından teyit edilmenin mutluluğu içindeydik. Yeni deneyimler elde ettiğimiz günün sonunda, daha da bilenmiş olarak evlerimize dönerken, birlikte kazandığımız ortak bilgi ise; vatanseverler karşısındaki büyük korkunun, sebebiyet verdiği bu depresiv tutumun açıkça gösterdiği gibi, aksak Mehter marşıyla sahneye çıkarılan Erdoğan ve avanesinin, gavur İzmir marşıyla tek celsede, yakında aynı sahneden atılacağıydı...


            SİLİVRİDEN İBRETLİK BİR HATIRA   8 Nisan 2013    <------ Tıklayın


           İçi bize yutturulan, boş bir biber gazı bombası.

Atatürk’ün Ulusuna, Emperyalistten bir suvenir(!) olarak algılanabilir. Dolayısıyla da bu hediyenin karşılığını ödemek(!), bize meşru hale gelebilsin.





Serendip Altındal



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder