Şimdi AKP tayfasının Erdoğan rejisörlüğünde çevirmeye çalıştığı filmi biz daha önce de görmüştük. İkinci Dünya Harbinde Almanların gaza getirdiği Enver Paşa Büyük Turan (Kızılelma) rüyasına dalarak Rusya Türklerini aynı Bayrak altında toplamak, sonra da Türkiye’ye yönelip Atatürk’ten liderliği alma ve Büyük İslam Türkiye’sini kurma amacıyla yalın kılıç Rusya içlerine girmişti.
Sonuç malumdur. Büyük Türk kıyamına
ki başta Enver Paşa dahil olmak üzere hepsinin hayatına mal olan bu megalo
hezeyan, o zamanlar yeteri kadar bakar körün ve beyinsizin yeniden aklını
başına getirmişti sanırım. Ki bütün maceracıların hepsi birden yeniden Atatürk’ün
değerini anladılar ve onun yoluna döndüler. İnsan beyni neticede Bilgisayar olmadığı
için içine aldığını sonradan unutur veya virgülüne kadar da hatırlayamaz.
İşte böylesi tutarsız saplantılarla
yola çıkan siyasi İkbal sahipleri, sadece kendilerine değil ülkelerine de zarar
verirler. Oysa Kızılelma’yı önce tasavvur eden Atatürk’tü lakin neyin nasıl
yapılabileceğini de bilen yine kendisiydi. Ortada bir Sarıkamış hezimeti varken
ikinci bir faciayı daha Türk milletine yaşatacak olan Enver Paşa bu eyleme
kalktığında, Allahtan ki Anadolu da bir Atatürk vardı. İşte bu da Türkiye’mizin
en büyük şansıydı. Yoksa bugün kim bilir nerelerde olurduk.
Lakin bugün durum farklıdır. Yurdumuzda
Atatürk gibi bir lider de şimdilik olmadığından ülkemiz ve milletimiz sadece
zarar görür. Bu nedenle de durumun ciddiyeti bütün vatandaşlarca benimsenerek ihtiyati
önlemlerin alınmasına, bir milli birlik şemsiyesi altında acilen başlanmalıdır.
Aslında Montrö ’süz asla sahip olamayacağımız Boğazlarımızın konumu bile, BOP
Projesinin de ana konusu ve hatta tek ve nihai hedefidir. O halde yeni İstanbul
Kanalı gibi bir komplo Projesinin lafı bile edilmemelidir.
Aslında
ülkemizin her şeyi vardır. Bütün mesele, sadece muhalefet partisi Başkanlarının
Atatürk gibi düşünerek bir milli birliktelikle, kurucu anayasa ve TBMM
bileşkesinde yeniden düzgün bir başlangıç yapılmasını sağlamalarıdır. Yani
çıkış yolunun yüce Rahmetlimizin de söylediği gibi hepimizin Atatürk gibi
düşünmesinden geçtiğini de asla unutmamalıyız. Demek oluyor ki Atatürk’ün,
dolayısıyla da milli müktesebatımızın yok edilmemesi için milletçe Atatürk olma
zorunluluğumuz vardır.
Çünkü aslında Montrö ve Lozan’ı kabul
etmeyen USA ve çömez AB, İstanbul’u hala Doğu Roma Başkenti Bizans olarak kabul
ediyor ve bu eski rüyayı da hala görmeye devam ediyorlar. İşte mademki diğer
çömez AKP de Montrö ve Lozan’dan vazgeçmeyi diline doladığına ve ‘iş Başkanın
onayına bakar’ dediğine göre; genel seçimlerin, bırakın öne alınmasını, üstüne
birer bardak da ayran içersiniz artık demeye getiriyor herhalde Yurttaşlarına.
Ne
var ki asıl tehlike arz eden Asya komşularımızdan şimdilik tık yok. Sessiz ve
dikkatli; ama asla taviz vermeyecek kadar da kararlı olarak şimdilik ve sadece
bizim Hükümetin son kararını bekliyorlar. Bana kalırsa birileri de fena
harcanacakmış gibi görünüyor. Eh artık kendi düşen ağlamaz tabii.
Anlayacağınız AKP asıl misyonu
gereği, alıştıra alıştıra emperyalist Muhipleri Derneğine dönüşmektedir
giderek. Yakında isim de değiştirirlerse hiç şaşırmayalım. Bir sabah
uyandığımızda bütün stratejik noktalarımızın gizlice açılan kale kapılarımız
nedeniyle, dış güçler tarafından işgal altında olduğunu görürsek de sakın küçük
dilimizi yutmayalım. Öyle ya 15 Temmuz’u bile bu millet, sadece izlemedi mi?
Zira bu gidiş o gidiştir. Yani yolun sonu göründü artık bunu belleyelim.
Örneğin; zamanında ki bırakalım DP
dönemindeki sayısız gizli antlaşmaları, yakın zamandaki Gül ile USA Başkanı
Powel arasında yapılmış olan ve halen de geçerliliğini muhafaza eden
antlaşmanın bugünkü vasisinin, AKP ile Erdoğan olduğu kesinlikle unutulmamalıdır.
Bir de bunun üstüne BOP eş Başkanı resmi yapıştırılırsa; eh artık her şey çok
daha açık olmuyor mu dostlar.
NATO ve AB askısıyla gardıroba asılmakta
ısrar edenlere de söylemek gerekirse; Şanghay Antlaşmasına imza koyan
Devletlerin hangisinin durumu, bizden ve birçok AB ülkesi Devletinden daha iyi değildir.
O halde hala AB de ısrar etmenin ne abuk ve de nasıl bir satılmışlık değeri vardır
acaba?
Aptal, bana göre defalarca bilimsel
argümanlarla ortaya konmuş olan doğruyu idrak etmeyen veya edemeyen insana denir.
Oysa herkesin doğuştan itibaren bilinçsiz veya aptal bir dönemi vardır yaşamında
ve olacaktır da. Ne ki artık doğru olanı anlamış ve benimsemişse ona aptal denemez.
Yani doğuştan ne akıllı ne de aptaldır, sadece bilinçsizdir insanlar. Öyleyse
doğruları takip edince de bir Padişah’ın bile 600 yıllık Saray Saltanatından
sonra bir anda nasıl çıplak kaldığı ve kalabileceği de derhal kabul edilebilir.
Hele
de son Abdülhamit dönemi, şayet görmek isteneni gösteren at gözlüğü ile değil
de normal gözlükle okunup özümsenirse, ne de güzel bir örnek olur bu çıplak
kalışa. Ve şimdi artık bunu da anlayıp idrak edebilenlere nasıl aptal denebilir
ki.
Şerefli kocaman tarihine ihanet içinde olan tribündeki
o yalnız adam, acaba kendi vahim durumunun da farkında mıydı? Bilemem; ama
televizyondan milli maçı izlerken bana verdiği ilham buydu Muhteremin. Sordum
kendime, ödüllü yandaş Kongrelerinde olduğu kadar rahat mıydı acaba, halkından
soyutlanmış sessiz tribünlerde de tek başına iken. Kendisini de halkından
soyutlayarak, ne acınası duruma düşürdüğünün de bilince miydi bağlamında.
Halkının
arasında ne korumasız dolaşmaya cesareti ne de istidadı olmayan o yalnız adam; kendisini
de bugün siyasi ikbal sahibi özgün bir Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı yapan ülkesine
karşı işlediği büyük günahın bilincini ve de azıcık da olsa nedametini, vicdanında
taşıyabilecek miydi acaba yolun sonunda…
Serendip Altındal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder