AB bileşeni ve USA ile yapılan sözlü kavgalar aslında Türk Ulusunu uyutmaya yönelik kayıkçı kavgalarıdır. Yoksa bunların gerçek olduğuna mı inanılıyordu. Emperyalist hiç bugünkü yapay demokrasi cumhuriyeti Devleti ve başındaki tek adam koltuğunda oturan kişiden hele de Dünyanın bugünkü durumunda hiç vazgeçer mi?
Aslında Erdoğan’dan bekledikleri, eş
başkanlık misyonu itibarıyla, Atatürk muhtevası ile birlikte altı oklu
Cumhuriyet müktesebatını, derdest edip kendilerine teslim etmesidir. Türkiye’mizin
eyalet devletler paradoksu ortaya çıktıktan sonra da nasılsa görevini yapmış ve
adresini bulmuş bir havalenin içi boşalmış ambalajı gibi kendisi beraberinde tüm
kumpanyasının da bir kenara atılması, elbette emsal diğerleri gibi sorunsuz
olacaktır. Tabii evlerinde yaptıkları pazarlık bizim çarşıya uyarsa!
Dahası da 20 yıllık İktidarın, bütün
uluslararası hukuk jargonuyla da Devlet suçu olarak kabul görülen yasal
ihlallerini, terörist aklamalarını, hazine soygunlarını bolca icra eden AKP
kadrosunun bütün icra organı, bizatihi emperyalist eliyle farklı uluslararası
mahkemelerde çeşitli cezalara çarptırılacak ve böylelikle de kendilerinden
kurtulmak emperyalist içinde kitaba uygun olurken, üstelikte bu komployu
hazırlayan emperyalist çete, demokratik(!) insan haklarını koruma gerekçesiyle Dünya
kamuoyu önünde bir de aklanacaktır.
Şayet bu yazdıklarıma belge isteniyorsa;
bu defa Pandemi dolayısıyla yine yasaklar listesine alınan Cumhuriyet Bayramı
kutlamalarının, kılıfına uydurulmuş bir Devlet statükosu çerçevesinde, halkından
yoksun, sessiz ve usulen yapılması, İktidarın, ülkemizin meşru laik Cumhuriyet
müktesebatını yıkmaya odaklı faaliyetlerinin, tartışmasız en isabetli
belgesidir.
Ayrıca usulen yapılan anma töreninde
Erdoğan’ın Mustafa Kemal hitabını terk edip yüce mevtamıza Atatürk hitabını
kullanması, tarafından zorunlu bir tekzip yoksa bir nedamet göstergesi olarak
mı algılanmalıdır, bunu da yorumlarınıza bırakıyorum. Bağlamında, ellerine
listeler verilen gençlerin, seçilmiş eyalet (sömürge) Devletçilerini Anıtkabir’e
sokup Reislerini alkışlatmalarını da belge olarak saymamak nasıl mümkün olabilir.
Merkezi üssü Seferihisar olan
bölgede hep birlikte son Depremi yaşadık. Eşime dedim ki bak kim öldü, kim
kaldı kimsenin umurunda değil. Herkes kendi canının telaşında çünkü. Yani hayat
devam ediyor Dünya’nın birbirinden farklı bölgelerinde. Yalnız bir farkla ki;
Güneşimizin enerjisi bir anda soğrulup, bizim sistemin gezegenleriyle hep birlikte
karadeliğine (veya mahşere) canlı, cansız emildiğimizde – ki içine düşmüyoruz,
emiliyoruz aslında- işte o zaman bütün Dünya insanlarının birbirlerine anlık da
olsa, zorunlu empati kuracakları da kaçınılmaz ortak kaderleri olacaktır.
Eşim de bunun üstüne bir şey
söylemedi. Öylesine birlikte dalıp oturduk bir süre. Ve dışarıdan görülmeyen
ortak hayatımızı bir süreliğine de olsa empatiyle irdeleyip durduk sadece. Yani
ne İktidar ne muhalefet ne de Korona vardı artık mentalimizde. Sanki o anın
bitiş sessizliğini birlikte yaşadık sessizce; ama olanca derinliğinde. Kurşun adres
sormaz derler, çünkü bir maganda kurşunu günahsız bir körpe canı da alır götürür
bazen.
Lakin Süpernova halden bile anlamaz,
genç, yaşlı, çocuk, hasta, sağlam hiç kimsenin durumuna bakmaz, tek celsede günahkâr
veya değil bütün insanlığı infaz eder karadeliğine süpürür. CC faktörü (cennet,
cehennem) de umurunda değildir. Çünkü içine çektiği canlı, cansız bütün erimiş materiyi
evrenin bir uzak zaman diliminde herhangi bir mekâna, kara maddeye (tanrı
maddesi) dönüştürerek boşaltır. Bunu yaparken de sanki evrenin bir çöp işleri
sorumlusu gibi davranır.
Bir zamanların insanları, evleri,
arabaları, paraları, pulları ve tüm saltanatları şimdi tanrı maddesine dönüşmüş
ve bu eriyik için artık yepyeni bir hayat başlamıştır. Artık bu nasıl bir hayattır.
Bundan sonra kim, kimdir ne tekrar ne olacaktır hiç bilinmez.
Şimdi depreme tekrar bir U dönüşü yaparsak:
Toplum üstünde depresif bir algı yaratarak yerini aldı, İzmir depremi de
diğerleri gibi. Deprem sonrası İzmir halkının unutulmaz dayanışması esnasında,
karşılıksız, beklentisiz sadece yüreklerini insan kurtarmaya adamış ve eğreti
duran yıkıntıların arasına korkusuzca dalan kurtarıcı cengaverlerimiz, inanın
tekrar yeni bir tarih yazdılar.
Örnek olarak alınması gereken bütün
bu doğru insan birlikteliği yanında elbette zikredilmesi gereken bozuk insan
manzaraları da yok değildi. Depremzedelere yollanan çeşitli yardım
malzemesinden nemalanmaya kalkanlar ve bilhassa da sıfatı müteahhit olan bazı insanlıktan
nasibini alamamış ya da zamanla ipini koparmışlarla aynı ipte oynayan İktidar Bukalemunlarından,
güzel düşüncelerimizi bozmamak nedeniyle müsaade edin de daha fazla söz
etmeyelim.
Onlar nasılsa bildiğiniz gibi
şimdilik aynı yola devamdalar. Bende bütün doğru Türk toplumu gibi ana resmi
üstüne gölge düşürmemek üzere, belleğime kazımak istiyorum sadece. Çünkü ifade
sanatı, düşündüğümüzü ya da doğru bildiğimizi ancak karşı tarafın anlayabileceği
çerçevede anlatabilme özelliğidir. Ve bu özellik kullanılırsa şayet insanlar
arasında kalıcı, tutarlı bir iletişim sağlanmış olabilir ancak…
Serendip
Altındal
Güzel makalenizi okudum.teşekkürlerimi sunarım ayrıca okumaya devam edeceğim.sayğılarla.
YanıtlaSil